İnsan özgür doğmuştur ama her yerde zincire vurulmuştur. Sözü giriş cümlesidir.
Bu eser O’nun inşa etmek istediği devlet modelinin ip uçlarını sunar.
Bir yerde iki kişi varsa mutlu yaşamaları için fedakarlık yapmak zorundalar.
Hem özgürce yaşanıp hem de bir toplumun parçası olmayı hissettirecek bir yapı gerekir.
“Toplum Sözleşmesi, haklı ve doğru bir toplumun temellerini atmaya çalışmıştır. İnsanlar, doğal yaşama halindeki ilk özgürlüklerinin özlemini çekmektedir. Ona göre, doğa yasaları gereğince yaşayan insanlar özgür ve eşittirler, toplum düzenine geçince bu mutluluğu yitirmişlerdir. İnsanların başına gelen belaların başlıcası mal mülk tutkusundan doğmuştur. Ayrıca, bir avuç güçlü insanın başkalarını buyruk altına almasıyla da insanlar arasında kölelik-efendilik ilişkileri çıkmıştır ortaya. Kısaca, insanın yaradılışı ile toplum içindeki koşullar arasında derin bir karşıtlık doğmuştur.”
Jean Jacques Rousseau, kitabın girişinde eseri yazma amacını şöyle açıklıyor: “Niyetim, insanları oldukları gibi, yasaları da olabilecekleri gibi ele alıp, toplum düzeninde güvenilir ve haklı bir yönetim kuralı bulunup bulunamayacağını araştırmaktır. Bu araştırmada, adalet ile fayda birbirinden ayrı düşmesin diye, hakkın onayladığını çıkarım gerektirdiğiyle uzlaştırmaya çalışacağım” (s. 3).
Eser dört ayrı kitaba ayrılarak yazılan yapıtta, “Birinci Kitap “, meşru siyasal bir düzenin kurulması için gereken uygun zemini; “İkinci Kitap”, böyle bir düzen içerisindeki egemen yapının kökeni ile işlevlerini; “Üçüncü Kitap”, bütün gücünü ve yetkilerini egemen yapıdan alan ikincil konumdaki hükümetin görevlerini; “Dördüncü Kitap”, özellikle Roma devleti örneğini vererek sivil dinin işlevleriyle adil bir toplumla ilgili değişik konuları ele almaktadır.
Birinci Kitap
Eserde Rousseau, “İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur” (s. 4) der ve bu durumun nasıl oluştuğunun cevabını vermeye başlar. Çünkü Rousseau’nun (1712 – 1778) yaşadığı dönemde dünyanın büyük bölümü monarşiyle yönetiliyordu. Yazara göre halk, karşılığında hiçbir şey almadan kralı besliyordu. Ancak ilk toplumların kurulmasının temeline inen Rousseau, en başta insanların bir araya gelmesinin temel amacının bu olmadığını gösterir. Ona göre politik toplumun ilk örneği ya da politik toplumun en küçük birimi ailedir. Rousseau; “Bu toplumlarda baş bir baba, halk da çocuklar gibidir; hepsi de eşit ve özgür doğdukları için, özgürlüklerinden ancak çıkarları uğrunda vazgeçerler. Aradaki bütün ayrılık şudur: Ailede babanın çocuklarına olan sevgisi onlara gösterdiği özeni karşılar; devletteyse, devlet başkanının kendi halkına beslemediği bu sevginin yerini hükmetmek zevki alır” (s. 5).
Rousseau, bu bölümde toplumları oluşturan temel sözleşmelerden bahsederken bir yandan da kölelik kavramı, köleliği savunanların görüşlerine de değinmiştir. Yazar, köleliği ve efendiyle köle arasındaki ilişkinin bir sözleşme olarak nasıl anlamsız olduğunu şöyle özetlemiştir: “Seninle öyle bir sözleşme yapacağım ki, hep benim iyiliğime ve senin zararına olacak; keyfim istediği sürece ben uyacağım, yine keyfim istediği sürece sen ona uyacaksın” (s. 12).
Rousseau’ya göre bir sözleşme yaparak bir insan kendi doğal haklarının bazılarından vazgeçiyor ve bu sözleşmeyi toplum sözleşmesi olarak adlandırıyor. Yazara göre toplum sözleşmesi; “Sözleşmeyi yapanların kişisel varlığı yerine, toplantıdaki oy sayısı kadar üyesi olan tüzel ve kolektif bir bütün oluşturur. Bu bütün, ortak benliğini, yaşamını ve istemini bu sözleşmeden alır. Bu tüzel kişiye eskiden site denirdi; şimdiyse cumhuriyet ya da politik bütün deniyor. Üyeleri ona, edilgin olduğu zaman devlet, etkin olduğu zaman egemen varlık, öbür devletler karşılığında da egemenlik diyorlar. Ortaklara gelince, onlar bir birlik olarak halk, egemen gücün birer üyesi olarak teker teker yurttaş, devletin yasalarına boyun eğen kişiler olarak da uyruk adını alırlar” (s.15).
İkinci Kitap
Genel İstem ve Özel Çıkarlar
Rousseau; bir toplumda genel istemin kendini dile getirebilmesi için toplumda gruplaşmaların olmaması gerektiği, her yurttaşın kendi görüşünü dile getirebilmesi gerektiğini söylemiştir. Ona göre genel istem, çok küçük ve demokrasiyle yönetilen toplumlar için uygulanabilir. Rousseau’ya göre özel irade sadece özel çıkarları önemsemektedir.
Yasa-Yasacı
Rousseau’ya göre “Yasayla yönetilen her devlet bence cumhuriyettir. Çünkü o zaman işleri yöneten yalnız halkın yararıdır ve halk da önemli bir varlıktır. Her yasal hükümet cumhuriyetçidir” (s.36).
Rousseau bu bölümde yasayı kimlerin yapması gerektiği, yasacının özellikleri ve diğer toplum yapılarıyla etkileşiminin nasıl olması gerektiğini açıklamıştır. “Büyük bir krala binde bir rastlandığı doğruysa, büyük bir yasacıya ne kadar az rastlanılacağım varın kıyaslayın!” (S. 37) diyen Rousseau, bu işin ne kadar önemli ve zor olduğunu da vurgulamıştır. Ayrıca Rousseau yasacıyı, “Yasacı, devlet düzeni içinde her bakımdan olağanüstü bir insandır. Üstün zekâsıyla olduğu kadar, görevi dolayısıyla da öyle olması gerekir” (s.38) şeklinde tanımlamıştır.
Üçüncü Kitap
Yönetim-Hükümet
Rousseau; “Kamu gücüne özgü öyle bir etken gerekir ki, onu birleştirebilsin, genel istemin çeşitli yönlerine göre kullansın ve devletle egemen varlık arasında ilişki kurabilsin. Öyle bir etken ki, ruhla beden birleşmesinin insanda yaptığını kamusal varlıkta yapsın. İşte, devlet içinde hükümetin varlığının temeli budur. Hükümet, yersiz olarak, egemen varlıkla karıştırılır. Oysa hükümet, egemen varlığın sadece bir aracıdır. Öyleyse hükümet nedir? Yurttaşlarla egemen varlığın karşılıklı ilişkilerini sağlamak amacıyla kurulmuş, gerek yasaları yürütmek, gerekse politik ve toplumsal özgürlükleri sürdürmekle görevli, aracı bir bütündür” (s. 54).
Yönetim Çeşitleri
1.Demokrasi: Egemen varlık yönetim görevini bütün halka ya da halkın büyük bir bölümüne bırakırsa, yönetici yurttaşların sayısı diğer yurttaşların sayısını aşar. Bu çeşit yönetime demokrasi denir.
2.Aristokrasi: Egemen varlık, yönetim işini bir azınlığın eline bırakırsa yurttaş sayısı yönetici sayısından çok olur. Bu türlü yönetime de aristokrasi adı verilir.
3.Monarşi: Egemen varlık yönetimi tek bir yöneticinin eline bırakır. Bütün öbür görevliler yetkilerini ondan alırlar. Bu üçüncü biçim en yaygın yönetim biçimidir. Bunun adına da monarşi ya da krallık yönetimi denir.
Dördüncü Kitap
Tiran ve Despot Arasındaki Fark
Tiran ve despot arasındaki farkı Rousseau’yu şöyle tanımlamıştır: “Tiran, halk dilinde, hakka ve yasalara aldırış etmeksizin zorbaca yöneten bir krala denir. Açık ve kesin anlamındaysa, Tiran, haksız olarak krallık gücünü eline geçiren bir kişidir. Yunanlılar bu sözcüğü bu son anlamda alırlardı: İyi kötü ayrımı yapmadan, güçleri hakka dayanmayan bütün hükümdarlara Tiran derlerdi. Demek oluyor ki, tyran ve usurpateur (gasıp) aynı anlama gelen iki sözcüktür. Aynı şeylere aynı adı vermek gerekirse, krallık gücünü zorla ele geçirene Tiran, egemen gücü zorbalık ve düzenle kendine mal edene de despot diyeceğim. Tiran, yasalara göre yönetme hakkını yasalara aykırı olarak kendine mal eden kimsedir. Despot ise, kendini yasaların üstüne çıkaran kişidir. Demek ki, Tiran despot olabilir; despot ise her zaman tirandır” (s. 83-84).
Diktatörlük
Yazara göre diktatörlük gerçekten gerekli olunduğunda ve kısa süreyle uygulandığında iyi bir durumdur. Rousseau; “Diktatörlüğü gerektiren bunalımlı günlerde, devlet çok geçmeden ya kurtulur ya da yok olup gider; sıkışık durum ortadan kalktı mı, diktatörlük ya zorbalığa kaçar ya da etkisiz kalır “(s.122).
Sonuç olarak Rousseau, düşünceleriyle çağdaş demokrasinin öncüsü olmuştur. Rousseau, Toplum Sözleşmesi eserinde Rönesans’tan beri gelişen Avrupa kültürünü incelemiş ve olumsuz yanlarını eleştirmiştir.
Özet: Zeliha Bengisu AYATA
Editör: Yusuf YARALIOĞLU
Düzenleyen Editör Yardımcısı: Meryem Sümeyye ATMACA