Din Sosyolojisi

Emile Durkheim (1853-1917) Fonksiyonel Din Sosyolojisi

PAYLAŞ

Emile Durkheim(1853-1917) Fonksiyonel Din Sosyolojisi

Durkheim, bir zamanlar Doğu Fransa’ya ait olan, ancak Fransa-Prusya Savaşı’ndan sonra Prusya tarafına geçen Epinal, Alsace-Laorraine’de dünyaya geldi. Bu olayı izleyen ulusal aşağılanma ve toplumsal düzensizlik, muhtemelen, onun toplumsal dayanışmaya ilgisini bir ölçüde açıklar. Babası Musevi bir dini liderdi ve Durkheim’in babasının izinden gideceği düşünülüyordu; ancak o ergenlik çağında Katolikliğe geçti ve sonra da bilinemezci oldu. Dönemin seçkin okullarında Ecole Normale Superior’da parlak bir öğrenci olduğunu kanıtladı ve buradan 1882’de mezun oldu. Bütün ilgisini akademik alana yoğunlaştıran Durkheim, Almanya’da kaldığı dönemde sadece cumhuriyetçilerin fikirlerinden değil, sosyal bilimler ve fizyolojideki gelişmelerden de etkilendi. 1887’de bir Fransız Üniversitesi olan Bourdeaux’da ilk sosyal bilim görevine atandı. Durkheim temel çalışmalarından çoğunu 1887-1902 yılları arasında üretti ve yeni “toplum bilimi” hakkında bilgi edinmeye hevesli birçok önemli öğrencisi oldu. Durkheim 1902’de Paris’e davet edildi ve sonradan Sorbonne Üniversitesi’ne Eğitim ve Sosyal Bilimler Profesörü olarak atandı ve sosyolojide ilk kürsü sahibi kişi oldu. Uzun süre L’Annie Sociologie dergisinin editörlüğünü yaptı; dergi bu yeni disiplinin akademik statüsünü yükselten ve geliştiren sosyologların temel yazılarından oluşan yıllık bir derlemeydi. Durkheim tek oğlunu Birinci Dünya Savaşı’nda kaybetti ve acısı kuşkusuz 15 Kasım 1917’de 55 yaşında bir kalp krizinden ölmesinde etkili oldu.

Fransız sosyoloğu E. Durheim ve O’nun önceliğinde gelişen “Fransız Sosyoloji Ekolü” nün din sosyolojisi tarihinde ayrı bir yeri vardır. Bu durumun nedeni, her şeyden önce Durkheim’in sosyoloji anlayışının, metafizik ve teolojik verilerin yerine objektif prensipleri geçiren pozitivistlerin, tarih felsefesi ve sosyolojiyi metot olarak aynı sayan doktrininden ayrılmasıdır. Bu nedenle Durkheim’i pozitivist sosyoloji ve felsefeye tepki gösterenler arasında saymak gerekir. Bununla birlikte Durheim, dinin doğası konusunda A.Comte’la aynı görüşü paylaşmışlardır. Çünkü Durheim, dinin kökenini ve başlangıcını tamamen sosyal şartlardan hareketle rasyonel olarak açıklama iddiası, A.Comte ve onun yolundan giden pozitivistlerin anlayışına dayanan eğilim etrafında toplanmış bulunmaktaydı. Pozitivist ekolden etkilenmesine rağmen, bu ekolü köklü bir şekilde değiştiren Durkheim, toplumu bütün sosyal olguların temeline yerleştirmiştir. Ona göre bir sosyal olay ancak başka bir sosyal olayla açıklanabilir.

Durkheim’in din sosyolojisine en önemli katkılarından birisi, “kollektif bilinç”, “kollektif ahlaki bilinç” ve “sosyal bilincin” doğuşunda dinin oynadığı rolü incelemesidir. O’na göre din, toplumsal bütünleşmenin vazgeçilmez şartıdır. Eğer din ve dini değerler yozlaşır ve ortadan kalkarsa toplum sahip olduğu en değerli gücünü kaybetmiştir. Durheim’in din anlayışının ateist veya agnostik olduğu belirtilir. Ancak onun için dinin nihai olarak doğru olup olmadığı önemli değildir. İşlevi olan bir kurum canlılığını sürdürür. Aksi takdirde ya yok olur ya da yeni bir biçime bürünür.

Durkheim, “Din Hayatının İlkel Biçimleri”(Les Formes Elementaires de la Vie Religieuse 1912) adlı eserinde bilgi sosyolojisinin temellerini atmış ve bilgi sosyolojisi ile din sosyolojisi arasında yakın ilişkiyi gözler önüne sermiştir. Bu yaklaşım çerçevesinde, Durkheim’e göre, gerçekte düşüncemizin içeriği gibi formu da sosyal, dolayısıyla dinidir. Eşyayı idrak etmek için düşüncemizin kullandığı kategoriler olan zaman, mekân, sebeplilik gibi kavramların oluşumunda din rol oynamaktadır. Çünkü Durheim’e göre din, insanın kendisine ve dünyaya ilişkin olarak elde ettiği ilk düşüncelerin kaynağıdır. Dünya ve insan üzerine görüşler içermeyen herhangi bir din yoktur. Din, tüm sosyal kurumların da kaynağıdır. Bu anlamda hukuk, iktisat, ahlak, sanat vb. gibi kurumlar kaynaklarını dinden almışlardır. Din yalnızca insan düşüncesinin oluşumuna katkıda bulunmakla kalmamış, aynı zamanda bir takım fikirlerle onu zenginleştirmiştir.

Durkheim 1897 yılında yazdığı ve sosyal olaylar olarak intiharları inceleme konusu yaptığı “İntihar”(le Suicide) adlı eseri intiharlarla dini inançlar ve hayat arasındaki ilişki üzerinde durmaktadır. Dinin çeşitli sosyal olaylar üzerindeki etkilerinden söz eden Durheim, dine bağlılıkla intiharların azlık-çokluğu arasında ilişkiler bulunduğunu ortaya koymaktadır. Almanya’da intiharla ilgili olarak yapılmış istatisliklerden hareket eden Durkheim, Protestanlığa bağlı olanların Katoliklerden daha çok intihar ettiklerini, çünkü Katolikliğin Protestanlıktan çok daha fazla toplumu ve onu oluşturan kişileri birbirlerine bağlayıp bütünleştirdiğini öne sürmektedir.

“Anomi” kavramı ilk kez Durheim’in kullanımı ile sosyoloji literatürüne girmiştir. Modern kültürün, din tarafından sağlanan kontrollerini yıkması bireyde bir boşluk meydana getirmiştir. Modern dünya yıktığı dini kontrolün ve ahlakın yerini başka bir şey ile dolduramamıştır. Bu durumdan kaynaklanan kültürel boşluk birey ve toplumu kararsızlık ve amaçsızlığa itmiştir. Ortaya çıkan bu kararsızlık ve amaçsızlık durumu “anomi” kavramı ile ifade edilmektedir.

Durkheim, ilkel toplumlardan sanayi toplumuna geçişi formüle etmeye çalışır. O, bu iki farklı toplum tipinin iş bölümü ve dayanışma bakımından farklılıklarını ortaya çıkarmayı amaçlar. İlkel toplumlarda işbölümü gelişmemiştir. Bundan dolayı, bireyler arası dayanışma(tesanüd) esasına dayalı “mekanik dayanışmadır”. Sanayi toplumunda ise, iş bölümü son derece gelişmiş ve farklılaşmıştır. Bu toplum tipinde dayanışma, birbirinden farklı niteliklere sahip bireylerin toplumdaki farklı fonksiyonları yürütmeleri anlamına gelen “organik dayanışmadır”. Mekanikten dayanışmalı toplumdan, organik dayanışmalı topluma geçişte, dinin etkisi azalıp, sekülerleşme artıyor. Ancak Durkheim, bu süreçte dinin etkisinin azalması doğru bulmuyor. Çünkü bu süreç böyle devam ettiği takdirde toplum kollektif bilincini kaybedecek. Durkheim’in, kollektif bilincini canlı tutan toplumlar için kullandığı “bilinçlerin benzeşmesi” tabiri oldukça isabetli bir tabirdir. Bilinçlerin benzeşmesi; bireyin kendisine benzeyen diğer bireylerle birleşerek bir toplumsal varlık meydana getirmesi ve kendisi de bu toplumsal varlığın bir parçası olmasıdır. Bu bir dayanışmayı, concensusu yani toplumsal uzlaşmayı beraberinde getirir. Bu sağlandığı takdirde o toplumun bireyleri, benzer şekilde düşünüp, benzer refleksler göstermeye başlar. Bu da toplum olmak için son derece önemlidir. (Bu duruma örnek verecek olursak, 15 Temmuz darbe girişiminde aziz milletimizin darbeye karşı göstermiş olduğu tutum, kollektif bilincimizin etkin olduğunun bir göstergesidir.)

Durkheim, dinin toplumun bir yapı şartı olduğunu kabul etmekle birlikte, özünü ve başlangıcını rasyonel yollarla açıklamaya çalışarak, din gibi özünde insan ve toplumu aşan ilahi bir gerçekliği insana ve topluma indirgemekte; dinin öznesi ve nesnesini, tapanla tapılanı birbirine karıştırmaktadır. Çünkü her toplumda, sosyal hayatın, birlikte yaşamanın açıklamakta yetersiz kaldığı bir “aşkın” yücelme ihtiyacı, ilahi âleme doğru bir yöneliş bulunmakta ve din de özünü buradan almaktadır. Dukheim’in eleştirildiği yönlerinin başında bu husus gelmektedir.

Durkheim’in, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki felsefede rolü oldukça büyük olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ün fikir babası olarak kabul edilen Ziya Gökalp’ın aracılığıyla bu etki sağlanmıştır.

Kaynak:

Özcan Güngör; Basılmamış Ders Notları

Niyazi Akyüz, İhsan Çapcıoğlu; Ana Başlıklarıyla Din Sosyolojisi

Marten Slattery; Sosyolojide Temel Fikirler