Farabi/ Medinetü’l- Fâzıla
İlk Bölüm
Farabi’nin kimliği ve kişiliği ile ilgilidir. Eski İslâm müellifleri, onu aynı adla tanınmış diğer İslâm bilginlerinden ayırt etmek için isim ve künyesinin sonuna bir de “Türk” kelimesini ilâve etmiş ve ona “Muhammed Ebu’l Nasır el Farabî ve Türkî” demişlerdi. Farabi’nin ahlâkî nezahati, dindarlığı ve İnsanî duygularının şümulü onu, insân-ı Kâmil mertebesine yükseltmiştir. Aristo hayranıdır. Tahmin edildiği üzere Farabî’nin en büyük ızdırabı yalnızlıktı. Fakat onun bu yalnızlığı; kendi ruhî ve zihnî üstünlüğünün mahsulü idi. Farabi’nin bu muhteşem yalnızlığında hayatını süsleyen başka güzellikler de vardı: O, zengin ruhunun semasında titreşen yıldızlan, mistik bakışlarla süzer, kâinatın İlâhi ahengini – kendi icadı olan saz ve kanun teller üzerinde konuşturur, yeşilliklerin taravetinde, çiçeklerin zarafetinde keşfettiği hikmetin esrarı karşısında mest olurdu hayatın, yalnız okumak ve yazmakla kıymetlendireceğini bilen bu büyük insan, hep okumuş yazmış ve kendi çağdaşlarından ziyade müstakbel nesiller için yazmıştı. İbni Sina gibi bir insan, kendi müşküllerim ancak Farabî’nin kitaplarını okuyarak çözebiliyordu.
Farabi âlemi, İslâm tevhidinin ışığı altında görmüş ve her şeyi tevhit esaslarına göre düşünmüş ve anlamıştı. Ona göre bütün mevcudat vâhidin vahdeti içinde mündemiçtirler.
İlk Mevcut Hakkında
İlk mevcut diğer mevcutların sebebidir. O bütün eksiklerden münezzehtir. Ondan başkasının bir veya birden fazla eksiği bulunur; halbuki onun hiç eksiği yoktur. Onun varlığı, varlıkların en üstünü ve ilkidir; varlığından üstün ve daha önce bir varlığın bulunmasına imkân yoktur. Ayrıca ortağının olmadığı, zıddının bulunmadığı, mukaddes varlığının tarife sığmadığı gibi Allah’ın birçok özelliğinden bahsetmiştir.
Daha sonra mevcudatın mertebelerinden, sudur teorisinden bahsetmiştir. Fârâbî, İlk var olanın dışındaki varlıkları ele alırken madde-dışı akılların var olduklarını ve göksel cisimleri meydana getirdiklerini dile getirir. Fârâbî burayı maddeden bağımsız ve soyut varlıkların dünyası olarak değerlendirmektedir. Her bakımdan İlk var olanın kendini düşünmesi, ondan ikinci bir varlığın taşmasına neden olmuştur. Bu taşma sonucunda kozmik dünyanın ilk halkası oluşmuştur. Bu halkanın işaret ettiği varlık İlk var olandan sonra ilk sırada gelmektedir. Bu varlık da cisimsel değildir, soyuttur ve sayısı on’dur. Ay-altı dünyada, ay-üstü dünyaya uygulanan model tersine çevrilerek uygulanmakta ve sıra noksan olandan, mükemmel olana doğru sıralanmaktadır. Bu var olanların düzeninde en az değerli en başta gelmektedir. Göksel cisimler dokuz farklı mertebede dokuz gruptan meydana gelirler. Göksel cisimler gözle görülür, dolayısıyla da duyularımız tarafından kavranabilir. Onlar; İlk Var olandan ve O’na tabi olan on-madde dışı akıldan, uzay içinde hareket etmeleri ve tasvir edilebilmeleri açısından ayrılabilirler. Fârâbî’ye göre; göksel cisimler ay-altı dünyaya ait olan cisimlerden temelde farklı olmak ve kendilerine özel bir madde ile donatılmış olmakla birlikte madde-dışı akıldan daha aşağıdadır.
Aramızdaki cisim ve mevcutlar hakkında, Madde ve suret hakkında, İlâhi mevcutların, mertebeleri ve cisimlerin bölümleri hakkında, gök cisimlerinin müşterek oldukları noktalarla ilgili, Semavî cisimlerin nerede döndükleri, nereye ve ne için döndükleri hususunda, Devri hareketlerle müşterek tabiatlarındaki haller hakkında, İlk sureti ve ilk maddeyi meydana getiren sebepler hakkında bilgi verdikten sonra insanın bedeninde bahseder. Ruhun kuvvetlerinde olduğu gibi bedenin organları arasında da hiyerarşik bir sınıflandırmaya giden Fârâbî kalbi amir organ olarak nitelendirir. Ona başka hiçbir organ emredemez. Ondan sonra beyin gelir. Beyin de amir organdır. Ancak onun amirliği birincil değil ikincildir. O, kalbin emirlerine uyar. Kalbin hizmetinde en önemli işleri yapan beyindir. Beyinden sonra rütbe bakımından sırasıyla, karaciğer, dalak ve üreme organları gelir. Fârâbî organizmacı bir görüşten hareketle zihninde kurduğu ideal devlet tasavvurunu en kestirme yoldan, “erdemli şehir-tam sağlıklı beden” kavramıyla izah etmeye çalışır. İdeal devletle tam sağlıklı beden arasında kurduğu ilişki vasıtasıyla erdemli şehrin tabiatını, sosyal yapı hiyerarşisini, bedendeki organlara karşılık gelen toplumsal kurumların oluşum biçimi ve görev alanlarını her organın diğer organlarla içinde bulunduğu organik ilişkiler çerçevesinde algılar. Buna göre; her organ gibi devlet birimleri de kendi işiyle meşguldür ve kuvvetler ayrılığı ilkesi geçerlidir. Devlet kurumlarında ve kurumlar arası ilişkilerde organlar arası ast-üst düzenine dayalı hiyerarşik bir düzen bulunmaktadır. Farklı organların oluşturduğu; fakat bir bütünlük arz eden devlet idaresinde iş bölümü ilkesi hâkimdir Bu noktada Fârâbî, Platon’un site devletindeki farklı bölümlerin karşılıklı iş birliği içinde çalışmasına benzer biçimde, erdemli şehrin bölümlerinin iyi erdemleri içeren mutluluğu korumak ve devam ettirmek için bir araya geldiğini savunmaktadır.
Fârâbî’nin Toplum ve Devlet Anlayışı
Fârâbî’nin Toplum Tipolojisi
Fârâbî’ye göre her insanın belirli ihtiyaçları vardır. İnsanlar bu ihtiyaçlarını tek başlarına yerine getiremezler. Dolayısıyla bunların yerine getirilmesi için diğer insanlara ihtiyaç duyarlar. Bundan dolayı her insan sahip olduğu doğal yaratılışının bir gereği olarak mükemmelliğe ulaşabilmek için bir araya gelerek yardımlaşmak zorundadır. İşte insanların bir araya gelişleri onların kurdukları toplumun şeklini de belirlemektedir. Fârâbî insanların oluşturdukları toplulukları temelde iki kategoriye ayırmaktadır. Tam anlamıyla toplum haline gelmiş olanlar (Kâmil-Mükemmel Toplum) ve henüz toplum haline gelmemiş olanlar (eksik Toplum). Fârâbî’nin tam olmayan veya eksik topluluk olarak isimlendirdiği toplum tipi bugünkü anlamıyla cemaat toplumu, tam toplum diye adlandırdığı toplum tipi ise cemiyet toplumu olarak ele alınabilir. Mükemmel toplumlar, “büyük”, “orta” ve “küçük” olmak üzere üç çeşittir. Büyük toplum, yaşanabilen dünyanın tümünde diğer bütün devletlerin bir araya getirdiği toplumdur. Büyük toplumlar birbirleriyle ilişkilerde bulunan ve birbirlerine yardım eden birçok ulustan oluşur. Orta toplum, yaşanabilen dünyanın bir parçasında bir tek milletin meydana getirmiş olduğu toplumdur. Küçük toplum ise herhangi bir milletin oturduğu topraklar üzerinde tek bir şehir halkının bir araya gelmesiyle oluşan toplumdur. Fârâbî; bir köy halkının, bir mahalle halkının, sokakta oturanların ya da bir ev halkının küçük birer birlik olduklarını; ancak bu birliğin kusurlu ve eksik olduğunu belirtir. En üstün iyiliğe ve en büyük mükemmelliğe ancak şehirde ulaşılabileceğine, bundan daha eksik bir toplulukla erişilemeyeceğine inanmaktadır. Ancak Fârâbî her şehirde de mutluluğun ve erdemin yakalanamayacağına, sadece insanları birbirine yardım eden şehirlerde mutluluğun ve erdemin geçerliliğine işaret etmektedir. O’na göre bütün şehirler mutluluğu elde etmeye yönelik birbirlerine yardım eden şehirlerle birlikte erdemli milleti, birbirlerine yardım eden erdemli milletlerle birlikte de mükemmel evrensel devleti oluşturacaklardır. Fârâbî, topluluğu kendi felsefesine uygun olarak bir bütün halinde tasavvur etmektedir. Ev veya kulübe cüz’idir ve ona tabidir. Sokak, mahalle, köy, şehre tâbidir. Şehir ise; milletin, millet de dünyanın bir cüz’idir.
Fârâbî’nin İdeal Devlet Modeli: Erdemli Şehir (Elmedinetü’l Fâzıla)
Erdemli şehir bütün organları ile canlı bir varlığa benzer. Erdemli şehrin en önemli özelliği birbirleriyle yardımlaşan insanların bir araya gelmesiyle oluşmuş olmasıdır. İşte Fârâbî bu özelliğin birbirleriyle iş birliği ve uyum içinde ahenkli bir biçimde çalışan organlara benzediğini belirtir. Nasıl ki bedenin organları arasında hiyerarşik bir ilişki söz konusu ise aynı şey sağlıklı bir bedene benzeyen erdemli şehir için de söz konusudur. Mutluluk adeta erdemli şehrin belirleyicisidir. Amacın mutluluk olduğu bir şehir erdemlidir. Başka bir deyişle siyasi ve sosyal birliktir erdemli olan. Eğer şehirde toplanmanın amacı mutluluk olmazsa, o zaman şehir erdemsiz olacaktır. Platon da toplum ve politika felsefesini bireysel ahlâkın yani dört ana erdem olan bilgelik, cesaret, ölçülülük ve adaletin toplumsal düzende sürdürülüşü olarak tanımlamıştır. Çünkü O’na göre de devlet erdemli yaşamın toplumsal düzeyde olgunlaşmasını ifade eder. Benzer biçimde Aristoteles’te erdem ve adaletin irdelenişi politika felsefesinin eksiksiz erdemi yurttaşların tüm yaşamlarına yayma amacını taşıyan ahlaki bir idea olarak karşımıza çıkar. Gerçek mutluluğa ulaştıracak erdemlerin toplumlarda nasıl yayılacağına ilişkin sorun “mutluluk” kavramıyla aşılmıştır.
Erdemli Şehrin Başkanı
Fârâbî, Erdemli Şehrin yöneticisi O’nu hayat ve hareketin kaynağı olarak görmektedir O’nu bedenin hayat kaynağı kalp ile karşılaştırarak ele almaktadır. “Nasıl ki kalp ilk olarak meydana gelirse, daha sonra bedenin diğer organlarının varlığının, onların kuvvetlerinin meydana gelişinin, onların kendilerine has olan varlık sırası içinde ortaya çıkışlarının nedeni olursa ve bu organlardan biri bozulduğunda bu bozukluğun giderilmesini sağlayan kalbin kendisi ise; aynı şekilde şehrin yöneticisinin de ilk olarak varlığa gelmesi, sonra şehrin kısımlarının, bu kısımların iradî melekelerinin meydana gelişinin, onların kendilerine has olan varlık sırası içinde ortaya çıkışlarının bir nedeni olması gerekir. Şehrin herhangi bir parçası bozulduğunda bu bozukluğu giderme vasıtalarını sağlayan da o’dur.”
Yönetici aynı zamanda emredicidir. Aynı beden içinde amir organ diğer organlara emredebiliyorsa, aynı biçimde erdemli şehirde de amir olan yöneticidir ve emreder. Bu emrediciliği O’na şerefli iradi fiiller gerçekleştirme imkânı vermektedir. Fârâbî yöneticinin kentin yönetimindeki rolünü, Tanrı’nın evreni yönetmedeki rolüne ve varlıklar karşısındaki konumuna benzetmektedir. Erdemli kentin halkını da anlatan Fârâbî, bunları şu şekilde sınıflandırmaktadır
- Erdemliler (Efâzıl): Bunlar; önemli büyük işlerde görüş sahibi olanlar, hükema (filozoflar) ve akıllılardır (müteakkılûn).
- Dil Sahipleri ve Din Adamları: Bunlar; hatipler, belagatçılar, şairler, bestekârlar, yazarlar ve onların kulvarından gidenlerdir.
- Meslek Sahipleri (Değer Biçenler-Kıymet Takdir Edenler-Mukaddirûn):
Bunlar; hesapçılar, mühendisler, doktorlar, müneccimler ve onların yolunda gidenlerdir.
- Mücahitler (Askerler): Bunlar; savaşçılar (mukalite), koruyucular (hafaza) ve onlardan sayılanlardır.
- Mal (Sermaye ve Kazanç) Sahipleri: Bunlar; para ve mal sahibi zenginlerdir.
Toplumsal sınıflar, sosyo-politik hiyerarşik yapı ve bu yapının insanların statülerine göre sıralı biçimde düzenlenmesi Fârâbî’nin Platon’dan ilham aldığı konular arasındadır. Platon da “Devlet” adlı önemli eserinde çalışanlar (çiftçiler-zanaatkârlar), bekçiler ve yöneticilerden (filozoflar) oluşan sınıflı bir toplum yapısı öngörmüştür.
Erdemli Şehrin Yöneticisinin Özellikleri
Erdemli şehrin yöneticisi herhangi bir insan olamaz. Çünkü yöneticilik ancak aşağıdaki niteliklerle mümkün olabilir ve ikiye ayrılır. İlk yöneticiler:
- Yaradılış itibariyle yöneticiliğe yetenekli olunmalıdır.
- Yönetici olacak kişi, yöneticilikle ilgili yetenekleri kazanmış olmalıdır.
- Erdemli şehrin yöneticisi bir başka insanın hükmü, yönetimi altına girmesi mümkün olmayan insandır. O, mükemmelliğe ulaşmış bilfiil akla sahip olmuş bir insan olmalıdır. Ayrıca,
- Organları tam ve eksiksiz olmalıdır ki kendi üzerine düşen görevleri gerektiği gibi yerine getirebilsin. O, bu organlarla ilgili bir fiili yerine getirirken kolayca yapabilmeli.
- Yönetici, kendisine söylenen her sözü konuşanın amacını ölçerek kolayca anlayabilme yeteneğine de sahip olabilmeli.
- Anladığı, gördüğü, duyduğu şeyleri kolayca zihninde saklayabilme yeteneğine sahip olmalı, hemen hemen hiçbir şeyi unutmamalıdır.
- Çok zeki ve uyanık olmalı, bir şeyle ilgili bir delili gördüğü zaman onun neye işaret ettiğini kolayca sezebilmelidir.
- Zihninde bulunan her şeyi kolayca ifade edebilme yeteneğine sahip olmalıdır.
- Bilgi edinmeyi ve öğrenmeyi sevmelidir.
- Doğası gereği doğruyu ve doğru insanları sevmeli, yalandan ve yalancıdan nefret etmelidir.
- Yemeği, içmeyi, cinsel zevkler peşinde koşmayı sevmemeli ve onları arzulamamalıdır.
- Gümüş, altın ve benzeri cinsten dünyevi amaçlar peşinde koşmamalıdır.
- Yüksek ruhlu olmalı, şerefi, ululuğu sevmeli, ruhunu aşağılık ve çirkin olan şeylerin üzerinde tutmalıdır.
- Adaleti ve adil insanları sevmeli, baskı ve zulümle hareket eden insanlardan nefret etmelidir. Başkalarına karşı insaflı olmalıdır. Baskıya maruz kalan insanlara acımalı, güzel, asil ve doğru gördüğü şeyleri desteklemeli, adaleti uygulamaya davet edildiğinde onu gerçekleştirmede isteksiz ve inatçı olmamalıdır.
İlk yöneticiden sonra gelen yöneticiler de doğuştan ve çocukluktan itibaren yukarıda sayılan özelliklerin yanında şu özellikleri de taşımalıdır. İkinci yöneticiler;
- O, bir filozof olmalıdır.
- İlk yöneticilerin şehir için koymuş oldukları kanunları, kuralları, usulleri bilmeli, onları korumalı, bütün fiillerinde onun izinden gitmelidir.
- Eskilerin kanunlarının kaydedilmemiş olduğu bir konuda, onların yollarını izleyerek yeni kanunlar yapma yetisine sahip olmalıdır.
- İlk yöneticilerin kendileriyle ilgili olarak herhangi bir kanun koymalarının mümkün olmadığı onlardan sonra ortaya çıkan olaylar ve şeyler hakkında doğru hüküm vermek üzere akıl yürütme gücüne sahip olmalıdır.
- İlk yöneticilerin çıkardıkları kanunlar ya da onların izinden giderek hazırlamış oldukları kanunlar konusunda halkı sözle aydınlatma, onlara kılavuzluk etme üstünlüğüne sahip olmalıdır. İyi konuşmayı bilmeli, hitabet gücünü kullanmalıdır.
- Usta olarak savaş fiillerini gerçekleştirmek için bedenen sağlam olmalıdır. Savaş sanatını iyi bilmeli, gerektiğinde hem komutan hem er olarak savaşabilmelidir. Yine kendisinde bu şartların hepsi mevcut olan hiçbir kişi bulunmaz da erdemli şehrin hükümdarının belirleyicisi olan altı vasıf kişilerde ayrı ayrı bulunursa bu insanlar hep birlikte hükümdarın yerini alacaktır. Onların idare sistemi de “en faziletlilerin idaresi” olacaktır. Bu altı kişiye ise Fârâbî “Erdemlilerin İdaresi” demektedir.
Erdemli Şehre Zıt Olan Şehirler
Fârâbî, erdemli şehir yanında, ona zıt olan şehirler üzerinde de durmaktadır. Bunlar; “Cahil Şehir, “Bozuk Şehir”, “Karakteri Değişmiş Şehir” ve “Doğru Yolu Bulamamış Şehir” dir.
Cahil Şehir
Bu şehir halkı mutluluğu bilmeyen, mutluluktan habersiz olan şehirdir. Onlar mutluluk konusunda aydınlatılsalar bile onu ne anlayabilecek ne de aydınlanabileceklerdir. Onların iyi olarak bildikleri şeyler aslında görünüşte iyi olan şeylerdir. Beden sağlığı, zenginlik, şehevi zevkler, kendi arzularının peşinde koşma serbestliği, saygı ve itibar görmek bu tür iyiliklerden sayılabilir. Cahil şehrin halkına göre en büyük mutluluk bunların toplamı olan mutluluktur. Cahil şehir kendi içinde “Zaruret Şehri”, “Zenginlik Şehri”, “Bayağılık ve Düşüklük Şehri”, “Şeref Şehri” ve “Demokratik Şehir” olmak üzere beş kısma ayrılır.
- Zaruret Şehri: Zaruret şehrinin halkı, bedenlerinin varlığı için zorunlu olan yemek, içmek, ev gibi ihtiyaçlar ile yetinir ve bu amaçlarla yardımlaşır.
- Zenginlik Şehri: Zenginlik şehrinin insanları zenginliği birinci amaç olarak alır ve bunun için uğraşır.
- Bayağılık ve Düşüklük Şehri: Bayağılık ve düşüklük şehrinin insanları ise her şeyden zevk almaya, her yolla eğlence, oyun peşinde koşmaya meyillidir.
- Şeref Şehri: Halkı milletler arasında ün kazanmak, övülmek, söz ve yazı ile saygıyla karşılanmak, itibar görmek isteyen şehir ise şeref şehridir.
- Güç ve Kuvvet Şehri: Bu şehir halkının gayesi başkalarına hükmetmek, başkalarının kendilerine hükmetmesine engel olmaktır.
- Demokratik Şehir: Bu şehirde yaşayan insanların amacı her istediklerini özgürce yapabilmektir.
Bozuk Şehir
Fikirleri, erdemli şehrin fikirleri ile aynı olan şehirdir. O, mutluluğu aziz ve Yüce Tanrı’yı, ikinci dereceden kutsal varlıkları, Faal aklı ve erdemli şehir tarafından bilinmesi ve inanılması gereken her şeyi bilir. Ancak gerçekleştirmiş oldukları eylemler düşüncelerinin tersine cahil şehrin halkı gibidir Bozuk şehir, teorik planda tam erdemli şehre benzerken, pratik planda tamamen cahil şehrin özelliklerini ihtiva etmektedir.
Karakteri Değişmiş Şehir
Fikirleri ve fiilleri eskiden erdemli şehrin fikirleri ve fiilleri ile aynı olan, ancak artık değişmiş bulunan ve yerini farklı fikirlere, fiillere bırakmış olan şehirdir.
Doğru Yolu Bulamamış-Yanlış Görüş İçinde Olan Şehir (Sapkın Şehir)
Bu şehir, dünya hayatından sonraki mutluluğu amaçlayan, ancak Yüce Tanrı, Faal Akıl hakkında, gerçek mutluluğun sembolleri ve tasarrufları olarak ele alınsalar bile yanlış ve yararsız düşüncelere sahip olan halkın meydana getirdiği bir şehirdir. Bu şehrin yöneticisi, gerçekte öyle olmadığı halde, kendisine vahiy indiğini iddia eden kimsedir.
Özet: Zeliha Bengisu AYATA
Editör: Yusuf YARALIOĞLU
Düzenleyen Editör Yardımcısı: Meryem Sümeyye ATMACA