YABANCILAŞMA
KARL MARX
- FİKİR:
Bir yere ait olmadığını hisseden insan derin ve büyük bir öfke ve engellenmiş duygusu hisseder. Bu duygular insanın yetersiz, aşağı ve istenmeyen biri olarak hissetmesine yol açabilir. Ve bu his içerisinde olan insan aynı zamanda insanlara yanlışı göstermeye ve yerini yeniden belirlemeye de çalışır. Bu duygular insanı ya kaderciliğe veya yabancılaşmayı, aşağılanmışlığı ve yerinden edilmişliği kabul etmeye ya da durumu değiştirmeye, radikal bir şekilde kararlı olmaya teşvik edebilir.
- ve 19.yy’larda sosyolojik veya siyasal bir bakış açısından, dünyanın nasıl bir şey olduğu konusunda radikal, devrimci bir teorinin tohumlarını, aynı zamanda insanlar tarafından bu dünyayı geliştirmeye niyetlendikleri ve değiştirip daha insani, dostça bir yer yapmaya çalıştıkları takdirde nasıl bir yere benzeyeceği konusunda teorilerin oluşmaya başladığını görebiliriz. Bu özlem, yoğun ve yaygın bir değişme dönemi olan Devrimler Çağında Marx’ın özlemiydi.
Devrimler Çağı olarak adlandırılan bu dönemde meydana gelen devrimler şunlardır:
- Amerika, Fransa ve Avrupa’daki siyasal devrimler,
- Batılı toplumları kırsal ve tarımcı toplumlardan kentsel ve sanayi güç kaynağına dönüştüren ekonomik kaynaklar,
- Modern bilimin, insan hakları ve toplumun doğası gibi devrimci Aydınlanmacı düşüncelerin gelişmesine yol açan bilimsel ve entelektüel devrimler,
- Almanya, İtalya ve diğer birçok prenslik ve toprağın birleşmesine yol açan milliyetçi hareketler.
Bu dönemde meydana gelen toplumsal değişim çok kapsamlı ve genişti. Hiç kimse değişimi kontrol altında tutamıyordu bunun sonucunda insanlarda; yardımsızlık, yerinden edilmişlik, kontrolü dışındaki güçler tarafından sürüklenmişlik, ait olduğu köyden ve kentten uzaklaşmışlık duygusu vardı.
Bu büyük ve kontrol altına alınamayan değişimleri açıklamak Karl Marx’ın kapitalizm ve kapitalist devrim hakkındaki ilk düşüncelerini geliştirirken önüne koyduğu ilk hedefti.
Almanya’da bir Yahudi olarak dünyaya gelen Marx kendini yabancılaşmış, kendi ülkesinde farklı ve yabancı biri olarak hissediyordu. Marx, radikal ve devrimci bir yazar olması yüzünden Almanya’dan sürülmüş, Paris’e taşınmış ve Londra’da ailesiyle fakirlik içinde yaşamıştır. Marx’ın geri kalan ömründe kendini yurtsuz, istenmeyen, Batı Avrupa’da devrimci faaliyetlerinden dolayı kendisinden biri olarak hissetmesinde bunun etkisi olabilir.
Devrimler çağında dünyaya gelen Marx’ın fikirleri 19.yy sonunda tüm Avrupa’yı etkiledi ve 20.yüzyılda tüm Avrupa’da siyaset teorisine hakim oldu. Bu fikirler daha sonra 2.Dünya Savaşı’nın ardından başlayan Soğuk Savaş’ın kominist-kapitalist karşılaşmasının temelini oluşturdu:
- Marx’ın temel çalışması Kapital(1970) bir ekonomik sistem ve üretim tarzı olarak kapitalizm üzerine bilimsel bir çalışmadır.
- Marx’ın yabancılaşma araştırması, kapitalizmin insanların duyguları ve benlik imgeleri üzerinde yarattığı sosyal, psikolojik ve kişisel etkilere ilişkin bir çalışmadır.
- Marx için, kapitalizm sadece adaletsiz ve yetersiz bir ekonomik üretim sistemi olmayıp, aynı zamanda ahlak dışı ve sömürücü, insanın gerçek doğasını yadsıyan, onu kendi ürünlerinden koparan ve ekonomik alanda insanları karşı karşıya getiren bir sistemdir.
Marx 1844 Paris El Yazmaları’nda 4 temel yabancılaşma biçiminden bahseder:
- İşçinin kendi ürünleri üzerindeki kontrolünü yitirmesi. Örneğin; işçi bir sandalye veya masa ürettiğinde artık o işçinin değil, iş verenindir.
- Modern fabrikalarda ,ayrıntılı bir iş bölümü yüzünden ,işçinin artık üretim süreciyle bağlantısı olmadığını hissetmesi .O artık çarkın bir dişlisidir. Onu güdülen şey artık sadece hafta sonunda alacağı ücretin verdiği geçici doyumdur.
- İşçiler arasında ilişkilerin iş arkadaşları ilişkisinden daha çok rakipler arasındaki bir ilişkiye dönüşmesi. Onların artık terfi, pirim için yarışan kişiler haline gelmesi.
- Bireyin kendi insani doğasını tanıyamaz hale gelmesi. Yani kendini sadece iş aracılığıyla ifade etmesi.
Marx’a göre bu durumlarda, bu yabancılaşmayı yaratan şey nedir?
İlk olarak iş, işçi için artık dışsal bir unsurdur. Sonuç olarak kişi işinde kendini ifade edemez, aksine yadsır, kendini mutlu değil bedbaht hisseder, fiziksel ve zihinsel enerjisini özgürce geliştiremez ve geriler. Artık işçi için iş gönüllü olarak yapılan bir şey değil bir dayatmadır .İşçi sadece başkalarının ihtiyaçlarını karşılamada bir aracı gibidir. İşçiler bu nedenle işlerine, emeklerinin ürünlerine yabancılaşırlar. Böyle olunca iş işçi için bir işkenceye dönüşür ve insanlar rahatlamak için başka şeylere yönelir ve sonuç olarak depresyona girerler.
Marx’a göre, üretim araçlarının herkesin ortak malı olduğu sınıfsız bir toplumda yabancılaşma tamamen ortadan kalkar. Modern kitle üretiminin sağladığı bolluk ortasında kominist insan artık geçimini sağlamak için çalışmak zorunda olmayacak, kendi yeteneklerine göre uzmanlaşacak ve cinsiyet, ırk, kasaba ve ülke, beyin ve kas kaynaklı bütün toplumsal ayrımlar eşit bireyler toplumunda ortadan kalkacaktır.
Marx’a göre, insanlık tarihi insanın doğa üzerindeki kontrolünün giderek artması olarak görülse de, bu durum özellikle kapitalist toplumlarda yabancılaşmada bir artışa karşılık gelir. İnsanlar artık kendilerini kendi toplumlarında, kendi işlerinde hissetmezler. Onlar kendi toplumlarında ve işlerinde soyutlanmış, yeteneksiz ve güçsüz hissederler. Etraflarındaki dünya nesneleşir. Ürettikleri ürünler kendilerine kendi becerileri olarak görülmeyip, bir bedel olarak piyasada satılır.Geçimlerini sağlamak için emeklerini satarlar ve arz, talep ve fiyat üzerinde hiçbir yetkiye sahip değillerdir.
Marx’a göre, ücretli emek ve yabancılaşmanın sonucu insanın alçalması, insanlığından uzaklaşmasıdır. Böylece insanı hayvandan ayıran şey olan özgür-bilinçli yaratıcılık edimi kaybolur ve insan kendi özsel niteliğini kaybeder. Emek gücünün soyutlanması ve yabancılaşması aynı ölçüde insanlarıda bir birine yabacılaştırır.
Marx’a göre, kapitalizm tepedeki daha az yeteneklilerin diğerlerinin emeklerini sömürdükleri ve bolluk içinde yaşadıkları tersine dönmüş bir dünyadır. Marx insanın gücü ve potansiyeline çok güvenir. Kapitalizm, insanın tarihte bir benzerine daha rastlanmayan bollukta maddi mallar üretme yeteneğinin ortaya çıkmasına yardımcı olur.
- KAVRAMSAL GELİŞİM
Yabancılaşma kavramı; insanlık dışı davranıldığında, yerlerinden edildiklerinde veya iftiraya uğradıklarında insanlarda şiddetli öfke yaratan bir durumu anlatır. Marx tarafından kapitalizmin insanlık dışı ve sömürücü doğasını açıklamakta kullanılan bu olgu şiddetli öfkeye ve devrimci coşkulara yol açmıştır.
Yabancılaşma kavramı Marx tarafından birbirinden farklı ve aynı zamanda birbiriyle de ilişkili 2 anlamda kullanılmıştır:
1-Yabancılaşma öznel bir duygu, bir güçsüzlük ve soyutlanmışlık duygusudur.
2-İnsanları hem emeklerinin ürünlerinden yoksun bırakan, hem de çalışmaları üzerinde kontrol kuran ekonomik sistemlerin yapısal analizidir.
Yabancılaşma kavramı Marx dışında başka yazarlar tarafından da kullanılmış anlamı ve gücü çarpıtılmıştır. Örneğin:
- 1950 ve 1960’larda Amerikalı sosyal bilimci M.Seeman, yabancılaşma kavramını; soyutlama, anlamsızlık, güçsüzlük, normsuzluk, kendine yabancılaşma gibi 5 psikolojik unsura ayırdı.
- Yabancılaşma terimi başka yazarlar tarafından tüm modern huzursuzluklara uyarlandı ve günümüzdeki devasa fabrikalarda yüksek oranlardaki grevleri ve işe devamsızlıkları açıklamada kullanıldı.
Yabancılaşma kavramı sosyal bilimlerde farklı anlamlarda kullanılsa da, çoğu sosyolog onun asıl anlamını yitirdiğini düşünmektedir. Yinede yabancılaşma Marx’ın amaçladığı anlamda kullanıldığında, sosyolojik olmasa da ,azda olsa ahlaki bir güce sahiptir.
Kavram Martin Slattery’in, (2007, Sosyolojide Temel Fikirler, Çev. Ümit Tatlıcan, Sentez Yay: Bursa) kitabından özetlenmiştir.
Hazırlayan: Sema Çınar