Din Sosyolojisi

Feminizm nedir? – Martin Slattery

PAYLAŞ

FEMİNİZM:

  • Feminizm terimi Latince kadın anlamına gelen femina’dan türetilmiş olup ve köken olarak kadınsı özelliklere sahip olmak anlamına gelir.
  • Bu terim Kadın Hareketinin, kadınların eşit haklar mücadelesinin genel adı olarak, 20.yy’da cinsiyet eşitliği teorisi olarak benimsenmiştir.1890lardaki ‘kadıncılık’ teriminin yerini almıştır.
  • Feminizm, bütün insan ilişkilerinde cinsiyet eşitliği temelinde dünyayı yeniden düzenlemeyi hedefleyen bir hareket olarak; insanlar arasında cinsiyet temelli her tür ayrımcılığa karşı çıkan, cinsel ayrıcalıklar ve problemleri ortadan kaldırarak, hukuk ve geleneğin temel taşı olarak kadın ve erkeğin ortak insanlığının kabulü için çalışacak bir hareket olarak tanımlanabilir.

Politik açıdan, feministlerin eşit işe eşit ücret, eşit fırsatlar ve boşanmada eşit haklar gibi önemli konulardaki birçok yasal ve sosyal reformda hatırı sayılır başarılar elde ettikleri görülmektedir.

Özellikle Amerika’da daha fazla sayıda kadın temel kurumlarda üst mevkilerde yer almaktadır ve Britinya ilk bayan başbakanına sahiptir.

Feminizmin yaptığı şey, kadınları ikincil konumları hakkında, hakları ve geniş anlamda cinsiyet eşitliği için evde, işte ve toplumda her zaman için mücadele etmeleri gerektiği konusunda bilinçlendirmektir.

  1. FİKİR

Ataerkiliğin tam karşılığı babanın veya aile reisinin yönetimi olsa da, feministler tarafından erkeklerin kadınlar üzerindeki her tür fiziksel, politik ve ideolojik hakimiyetini anlatmak için kullanılmıştır. Özelde ise bu kavram, erkek egemen toplumlarda kadınları baskı altında tutan ve güçsüz kılan sosyal ve politik yapılar, kültürel kurumlar ve güçleri ifade etmektedir.

Ataerklilik İncil’e, ‘Tanrı erkektir’ kabulüne ve Yaratılış Kitabındaki Cennet Bahçesinde Havva’nın yasak meyveyi yemesinden sonra Tanrı’nın onu ve bütün kadınlığı erkeğe tabi olmaya mahkum ettiği ‘onlar çocukları dünyaya getirirken acı çekecekler, erkeğe ihtiyaç duyacaklar ve erkekler onlara hükmedecektir.’ sözüne kadar götürülebilir.

Feminist yazarlar ataerkilliğin kaçınılmaz veya doğal bir şey olduğu fikrini kesinlikle reddeder. Ataerkillik kavramı feminizme cinsel eşitsizlik ve baskıyı tanımlamak, açıklamak ve değiştirmek için ve kadınları kelimenin tam ve en özgür anlamında kadın olmaya teşvik etmek için önemli bir kavramsal silah sağlamıştır.

  • GELENEKSEL VE LİBERAL FEMİNİZM

Geleneksel feminizm, erkek egemenliğin ve kadınların bastırılmasının temel kaynağı olarak aileye dikkat çeker.

Geçmişte babanın aileyi ve özellikle kadınları yöneltme hakkı kutsaldı ve örfler, adetler ve geleneklerde ve çoğu kez hukukta cisimleşmişti. Erkek, kadından tam itaat talep edebilir, otoritesini, cezalandırmasını uygulayabilirdi. Pekçok ilkel ve geleneksel toplumlarda kadınlar değiş-tokuş dahi ediliyordu. Evlilikleri önceden belirlenen kadınların konuşma ve boşanma hakları yoktu.

Feministler ev içi şiddetin ve hatta kadının evde katlanmak zorunda kaldığı tacizin yaygınlığına, kız çocuklarının pasif ve kadınsı niteliklerle yetiştirilerek erkek egemenliğinin idealleştirilme ve pekiştirilme biçimlerine dikkat çekmişlerdir.

Geleneksel feministler erkek egemenliği ve ev dışındaki kadın ayrımcılığı konusunda pek çok örneğe dikkat çekmişlerdir;

  • Çalışan kadınların çoğu sadece kadın işleri yapmakta ve hemen her zaman erkeğe göre daha alt kademelerde yer almaktadırlar. Örneğin; sekreterlik.
  • İş hayatının hemen her alanında erkekler en üst görevlerde yer alırlar. Her alanda hiyerarşi yükseldikçe bulunan kadın sayısı azalmaktadır.
  • Tıpkı evde olduğu gibi, erkekler yönetimde de parlementoda da en önemli görevlerde ve kararlarda egemen konumdadır.

Bunun gibi tespitler daha da artırılabilir.

Ataerkillik, gerek erkek egemenliğinin gerekse kadının ikincil konumunun doğal ve normal olduğunu, kadın için egemen ve saldırgan olmanın sapkınlık anlamına geldiğini ifade eden ideolojik güçtür.

Liberal feminizmin itici gücünü fırsat eşitliği, kadın hakları mücadelesi ve erkeklerle aynı fırsatların sağlanması talepleri oluşturur. Fırsat eşitliği artık önde gelen Batılı toplumların hukuk sistemlerine girmiştir ve toplumu her tür eşitsizlik, ayrımcılık ve baskıdan kurtaracak ve bu konularda iyileşmeler sağlayacak temel bir kavram olarak kabul edilmektedir.

  • MARKSİST FEMİNİZM

Marksist feministler daha geniş, daha teorik bir bakışa sahiplerdir. Onlar ataerkilliği basitçe kapitalist üretim tarzının ortaya çıkardığı sömürü ve baskının daha ileri bir evresi ve şekli olarak görmektedirler.

Engels’e göre, sosyal sınıf gibi ataerkilliğin temelinde de özel mülkiyet yatar, tek eşli evlilik erkek ve kadını evlilik saadetinde birleştirmek için değil, özel mülkiyeti korumak amacıyla geliştirilmiştir. Ona göre, tek eşli evlilik büyük bir servetin tek bir kişinin yani erkeğin elinde toplanması ve bu serveti sadece kendi çocuklarına bırakma arzusundan doğmuştur.

Bu yüzden erkekler kadınları kontrol altında tutabilmek için evliliği kullanma gereği duymuşlardır. Engels’e göre erkek egemenliği, bu yüzden ekonomik egemenliğe dayanır. Onun ortadan kaldırılması ile ataerkillikte ortadan kalkacaktır. Marx ve Engels sadece mülkiyetin ortak olduğu sosyalist toplumlarda gerçek anlamda cinsiyet eşitliğinin mümkün olacağını savunur. Yine onlar kadın iş gücüne olan talebin kadınları evin dışına taşıyacağını onlara bir takım ekonomik bağımsızlıklar sağlayacağını ve kadınları sosyalist olarak sömürü ve eşitsizlik bilinci taşıyan erkek işçilerle bir araya getireceğini savunur.

  • RADİKAL ve DEVRİMCİ FEMİNİZM

Bu yaklaşımın kaynağında Marksist-Feminist analizden duyulan memnuniyetsizlik özellikle bu analizin ‘ataerkilliğin temelinde ekonomik güç yatar ve böylece oda sınıflar gibi sosyalizmle ortadan kalkacaktır’ iddiasından duyulan rahatsızlık yatar.

Onların düşüncesine göre ataerkillik, tarihi kapitalizmle bütün diğer sosyal tabakalaşma biçimlerinden çok daha öncelere uzanan farklı bir baskı biçimidir. Onun bir çok farklı kökeni vardır. Ekonomik, politik, cinsel, kültürel…

Bir sınıf olarak erkekler başka bir sınıf olan kadınlar üzerinde güce sahiplerdir. Erkekler toplumu kontrol eder, önemli mevkilerde yer alır, bütün önemli kararları verirler. Kadınlar hala ev kadınlığı rolünü temel görevleri olarak görürler. Onlar hem ikincil konumda tutulurlar, hem de erkek egemenliğini benimseyen kadının yerini evi olarak gören bireyler olarak yetiştirilirler.

Bazı radikal feministler daha ileri gider ve ataerkilliğin kökenini biyolojiye dayandırırlar. Kadınlar çocuk doğurduğu için erkeklere fiziksel ve ekonomik açıdan bağımlıdırlar. Erkekler kadınlar üzerinde güce sahiplerdir ve böylece tahakkümlerini toplumsal yapının her yerinde sağlamlaştırırlar. Ona göre, bu cinsiyete dayalı sınıf sistemi aslında kadınlar en temel biyolojik rollerinden yani çocuk sahibi olmaktan kurtarıldıklarında ortadan kalkabilir ve doğum kontrol teknikleri bu yönde bir adım olsa bile gerçek bağımsızlık bebekler yapay üremeyle rahim dışında doğduklarında mümkün olabilir.

  • SİYAH FEMİNİZM

Siyah feminizmin kaynağı, orta sınıf beyaz aydınların dünyanın her yerindeki ve bütün tarihsel dönemlerdeki kadınların durumlarını açıklamakta kullandıkları önceki feminizm anlayışlarından duyulan hoşnutsuzluktur. Siyah feministler “feminist teoride ırkçı bir temayül” belirlemişlerdir ve onlar için beyaz yönetimden kurtulmak kapitalizmin ataerkilliğinden kurtulmak kadar önemlidir.

  • POST-MODERN FEMİNİZM

Post-modern feminizmde, kadınların konumunu bütün yönleriyle açıkladığını iddia eden toplum teorileri reddedilir. Hatta burada özel bir kadın fikrine karşı çıkılır. Gerçekte, her kadın diğerlerinden farklıdır. Onlar çok farklı hayatlar sürdürürler ve bu yüzden tek bir kalıp yargının veya özel bir teorik çerçevenin sınırlarını aşarlar.

Geçmişte erkeksi dil ve algılar sorgulanmaz ve normal olarak algılanırken, post-modern feministler bu dünya görüşünü dönüştürmeye ve feminist perspektifleri tepeye oturtmaya çalışırlar. Post modern feministler erkek temelli algılara karşı çıkarlar ve kadınları kendileri olmaya, erkeklerle çatışma içinde olsa bile kendi güzellik anlayışlarını belirlemeye ve desteklemeye örneğin medya ve erkeğin ideal beden ölçüsü olan 38 beden karşılık 44 beden olma hakkı ve bunun çekiciliği için mücadele etmeye devam ederler.

  1. KAVRAMSAL GELİŞİM

Ataerkillik kavramı feminist anlayış ve analizlerin merkezini oluşmuştur. Bu kavram ev içinde olduğu kadar toplumun genelinde de erkeklerin egemenliklerine ve gücüne açıkça ışık tutar. Ancak bu kavram aynı zamanda birçok farklı tanım ve teoriye ilham kaynağı olmuştur.

Ataerkillik terimi erkeğin egemen konumunun evrensel ve tek nedeni olduğunu ifade ettiği için günümüzde ve eski toplumlarda yürürlükte olan kadına yönelik birçok baskı biçiminin görülmesini engellemiştir.

Ataerkillik ortadan kaldırmak için önerilen pek çok çözümde bu kavramın gücü ve etkisi gözardı edilmekte bazı aşırı feministler sadece biyolojiyi değil erkekleri de ortadan kaldırmayı hedeflemektedir.

Hazırlayan: Sema Çınar