Durkheim, “Kurbanın kendisi tarafından gerçekleştirilmiş, olumluya da olumsuz bir edimin doğrudan ya da dolaylı sonucu olan her ölüm olayına intihar denir. İntihar girişimi, böyle tanımlanan, ancak ölümle sonuçlanmadan önce durdurulan edimdir.” incelemenin alanını saptamaktır.Çağdaş toplumların patolojik bir görünümünü bireyle topluluk arasındaki ilişkinin en çarpıcı biçimde yer vermiştir. Kolektif gerçekliğin bireyi ne ölçüde belirlediğini göstermek istemiştir.
İntihar tanımı; Durkheim’ın gözünde hem yaşama nedeninin yitimine bağlı umutsuzluk edimlerini, hem de felaket yaratmayı, toplu heyecanlar uyandırmayı amaçlayan. kadın ya da erkek canlı bombaların gerçekleştirdiği gibi bir ülkü, savunulacak bir dava adına girişilmiş, kahramanca olmak iddiasındaki edimleri kapsar.
Başlıca iki amacı vardır:
1) İnsanların da toplu durumda yaşama zorunluluğundan kaynaklanan yönleri vardır.
2) Kapitalist sanayi toplum koşullarına girmiş Batı Avrupa toplumlarında temel toplumsal işlevleri yerine getirmesi gereken kurumların bu yeni koşullara uyarlanamamış olduklarını göstermektir.
Sorun intihar eden ya da intihara girişenlerin akıl hastası olup olmadığını belirlemekti. Bu tartışmaların sonunda, intihar ediminin suçlanıp suçlanmayacağı ve ilaçlarla devasının bulunup bulunamayacağı tespit edilmesi amaçlanıyordu. Daha önsözde belirttiğine göre toplum bilim bireysel etmenlerden ayrılacak ve her şeyden önce toplumsal nedenleri araştıracaktır. “Çünkü intiharları sadece birbirinden ayrı ve tek tek ele alınması gereken özel olaylar diye görmek yerine, belli bir toplumda belli bir zaman parçası içinde meydana gelmiş intiharların tümüne bakılırsa, şu gözleme varılır ki; bu şekilde elde edilen toplam, bağımsız birimlerin basitçe üst üste konulması, bir araya getirilmesi değildir. Böyle bir şey sui generis, yani türü kendine özgü yeni bir olgudur. Kendine özgü bir doğası vardır ve üstelik bu doğa öncelikle toplumsaldır. “Şu halde intihar oranı, tek ve belirli olgulardan bir dizi oluşturuyor. (…) Özetlersek bu istatistik verilerinin anlattığı şey, ortak olarak her topluma musallat intihar eğilimidir. (…) Her toplumda belirli bir miktarda, ‘istençli ölüm’ ya da ‘isteyerek ölüm’ çıkarmaya hazır ortam vardır. Bu yatkınlık toplum bilimin konusuna giren özel bir inceleme ister. İşte giriştiğimiz böyle bir inceleme olacaktır.”
Amaç: Çalışmaya salt toplumsal bir yön vermektir. Savı şuydu: Toplum bilimin amacı bireysel davranışların değil, toplumdan geçen ve kendini bireylere onlar farkında olmaksızın dayatan ortak akımların açıklanmasıdır. Toplum bireyler üzerinde zihinsel bir baskı yapıyorsa, intihar yapar. Akımlar da bireysel bilinçlere işliyordur ve ona göre bu süreci açıklayabilecek tek şey toplumsal bilinç dışıdır. Durkheim’ın düşüncesine göre, ulusun huyunda insanları üzgünlüğe ya da şenliğe iten ortak mizaçlar bulunabilir ve “… insan yaşamı üzerinde bir genel yargı verebilecek olan sadece toplumdur; birey o konuda uzman değildir. ”Başka bir anlatımla toplum bilimci, toplumu kendine özgü yaşamı olan ve kendi hakkındaki duygusunu genelleştirebilen bir bütünmüş gibi inceleyebilmelidir. İşte Durkheim bu anlamda, zorunlu olarak bireylerin acısına dönüşen toplum acısından söz eder.
İntiharları sadece birbirinden ayrı ve tek tek ele alınması gereken özel olaylar diye görmek yerine, belli bir toplumda belli bir zaman parçası içinde meydana gelmiş intiharların tümüne bakılırsa, şu gözleme varılır ki; bu şekilde elde edilen toplam, bağımsız birimlerin basitçe üst üste konulması, bir araya getirilmesi değildir. Böyle bir şey sui generis, yani türü kendine özgü yeni bir olgudur. Kendine özgü bir doğası vardır ve üstelik bu doğa öncelikle toplumsaldır. İntiharı bir toplumsal olgu olarak incelemek amacındaydı. Şu gözlemde bulunuyor: “Boşanmanın olmadığı ya da kısa süre önce kabul edildiği yerlerde kadın bekârlardan çok evlilerin intiharlarına katılıyor.” Yani o ülkelerde evlilik kadından çok erkeği kayırıyor. Buna karşı boşanma yayıldığında durum tersine dönüyor. Durkheim bundan şu yasayı çıkarıyor: “İntihar söz konusu olduğunda, boşanma ne kadar çok uygulanıyorsa evlilik kadını o kadar korur ve bunun tersi de geçerlidir ” Şu halde evlilik kurumu eşlerden birine yarıyor, ötekine zarar veriyor. Burada bir çıkarlar zıtlığı görüyoruz ve Durkheim erkeğin baskıya, kadının özgürlüğe gereksinimi olduğu sonucuna varıyor. Boşanmanın yaygın olduğu ülkelerdeki bu evli intiharları, ona göre kuralsız tipte intiharın bir biçimidir. Bir kurum olarak evlilik, kadından çok erkeğe yarar.
İntiharın Toplumsal Çeşitleri
Durkheim, kendisinden önce uzun istatistik dizileri üzerinde, özellikle Wagner, Morselli ve Bertillon tarafından hazırlanmış incelemelere dayanarak, intihar oranını etkileyen birtakım düzensizlik durumlarının varlığını doğrular. İntihar oranı yaşla artmaktadır. Kadınlardan çok erkeklerde görülür. Protestanlar Katoliklerden çok, onlar da Yahudilerden çok intihar ettiğine göre, intihar dine bağlıdır. Yerleşim yeri boyutlarıyla intihar sayısı artar. Son olarak da cins, yaş ve oturulan yer ne olursa olsun, intihar oranı evlilerde bekâr ve dullardakinden düşüktür. Durkheim bundan şu sonuçları çıkarır: Aile intihara karşı korur. Daha genel olarak da, kişilerin dinsel, ailesel ve siyasal toplumla bütünleşme dereceleriyle ve onlarla ait oldukları toplumsal gruplar arasındaki bağların gücüyle, intihar ters orantılıdır. Durkheim’ın katkısındaki yenilik, eldeki istatistiklerden, intihar tiplerini toplumsal açıdan belirlemesidir. Toplum bilimsel bir tipleme, görgül verilerin daha önceden nedensel açıklamalara oturtulmuş bir çözümlemeli çerçeveyle karşılaştırılmasına olanak verecektir. Ereği, değişkenler arasındaki ilişkileri anlaşılabilir kılmaktır. İşte Durkheim da intiharın toplumsal çeşitlerini işlemekte bu yolu izlemek ister.
Yöntem
İntiharın toplumsal tiplerini daha önce betimlenen intihar özelliklerine göre sınıflandırarak değil, intiharları meydana getiren nedenleri sınıflandırarak oluşturabiliriz. bağlı oldukları toplumsal koşulların neler olduğunu araştıracağız. Sonra bu koşulları benzerlikleriyle farklarına göre birkaç sınıfta toplayacağız ve bu sınıfların her birinin belirli tipte bir intihara denk geldiğinden emin olacağız. Kısaca sınıflandırmamız morfolojik, yani yapısal değil, daha ilk elde etiyolojik olacak yani nedenlere dayanacak. “Bir kez nedenlerin doğası öğrenildi mi, bundan sonuçların doğasını çıkarabiliriz. Sonuçların doğası böylece, her biri kendi kaynağına bağlandığı için, belirlenmiş ve sınıflandırılmış olacaktır. (…)
Tablo I: Durkheim’ın dört intihar tipi, toplumsal bütünleşme düzenleyici kuralları ;
- Bencil intihar
- Kuralsız intihar Aşırı
- Özgeci intihar
- Yazgısal intihar
Durkheim böylece bu dört çeşit intiharı, ikişer ikişer birbirine karşıt getirmeye çalışmıştır;
Bencil intihar, özgeci olana toplumsal bütünleşmenin yetersizliği ya da aşırılığına göre karşı çıkıyor. Kuralsız olan da yazgısal olana düzenleyici kuralların zayıf ya da çökmekte oluşuna veya fazla baskıcı oluşuna göre karşı çıkıyor. Bencil intihar topluluğun birey üzerindeki basıncının zayıflamasının, toplumun çözülmesinin bireyde yaratabileceği tinsel şaşkınlığın sonucudur. Şöyle bir genel sonuca varır: Kadın olsun erkek olsun, insan kendi başına terk edildiği, bir toplumsal grupla iyice bütünleşmediği ve bundan ötürü o toplumsal gruptan kaynaklanan ortak güç ona yeterince canlılık ve yetke vermediği zaman, intihara eğilim gösterir. Bu durumlarda, insanların istekleri bütünleyici bir ortamın içinde yeterince güçlü kapsanmadığından, genellikle derin bir yoksunluk meydana gelir. Özgeci intihar bireyin ortak değerlere sıkı sıkıya tabi olduğu toplumlarda görülür. Durkheim tarihsel ve antropolojik, yani insan bilimsel araştırmalara dayanarak, ortak nedeni aşırı bireycilik değil de tersine toplumun bireyi birçok şeyden vazgeçmeye, katıksız bir özveriye itmesi, yüreklendirmesi olan intiharları birbirine yaklaştırmıştır. Bu başlık altında birden çok ulam sınıflandırır: “ Yaşlılığın eşiğine gelmiş ya da hastalığın pençesine düşmüş erkeğin intiharı. Kocasının ölümünde kadının intiharı. Başkanlarının ölümünde ona bağlı yanaşma ya da korunuk konumdaki kişilerin veya hizmetkârların intiharı.”Durkheim bu birinci listeye, en ufak bir kötü davranışla karşılaşınca ya da bir onur kaybı yüzünden veya toplumsal zorunluluk altında -batan gemisini bırakmayan kaptan örneği- kendini öldürebilen kişileri de ekliyor. Durkheim en çok asker intiharlarını incelemiş ve şu gözlemi edinmiştir: Asker intiharları aynı yaşta ve aynı koşullardaki sivillerde görülenlerden daha çoktur. Bir askerden beklenen nitelik bir çeşit kişilik özelliği taşımamadır. Bundan da şu sonucu çıkarıyor: “Asker intihar, aramızda aşağı toplumlardan kalma bir davranıştır, çünkü bazı bakımlardan asker ahlakı ilkel ahlakın bir devamıdır.
Kuralsız intihar; politik, ekonomik, kurumsal krizlerle ve toplumu bütünüyle olumsuz etkileyen karışıklıklarla açıklanır. Durkheim sınai ya da mali krizler sırasında olduğu gibi, gönenç bunalımları dediği bolluk dönemlerinde de intiharların arttığını gözlemliyor. Ötekilere göre beklenmedik bir şey olan bu ikinci durumu doğrulamak için, 1870’te İtalya’nın birliğinin sağlanmasını izleyen yirmi yılı örnek gösteriyor. O yıllarda ticaret ve sanayi hızla gelişmişti ve bu sıradışı etkinlik artışına koşut olarak yine sıradışı bir intihar artışı gözlemlenmişti. Durkheim bundan intiharın açıklayıcı etmeninin doğrudan doğruya etkinliğin sönüşü ya da canlanışı değil, bu olayların toplumun tümü üzerinde meydana getirdiği bunalım ve ortak düzen bozulması olduğu sonucunu çıkarır.
Yazgısal intihar; düzenlemelerin aşırılığından doğan bir olaydır. Durkheim, bu dördüncü tipe yol açan birçok uç olaydan söz eder: “Geleceği acımasızca kösteklenmiş, tutkuları baskıcı bir disiplinle gemlenmiş kişilerin,” “pek genç kocanın,” “çocuksuz evli kadının,” “kölenin” intiharları, kısaca “maddesel ya da tinsel despotluğun aşırılıklarına yakıştırılabilecek” intiharlardan söz eder. Ona göre yazgısal intiharın kaynağı; esenlikten yoksun, kurala karşı elimizden bir şey gelmemesidir. “Kurallar olması yetmez; onların adil olmaları gerekir.
İntihar Tiplerine Getirilen Eleştiriler
- Özgeci ve yazgısal intiharların pek belli olmayan bir görgül temele oturmuş olmalarına yöneliktir. Zaten Durkheim yazgısal intihardan sadece bir dipnotta söz eder. Durkheim’ın bencil ve kuralsız intiharlara ilgisi öteki ikisine oranla daha çoktur. Denilebilir ki, çağdaş toplumların çözülmesi ve bireyi toplumla birleştiren bağların zayıflığı onu çok düşündürür.
- İki büyük tip olan bencil ve kuralsız intiharlar arasındaki ayırıma yöneliktir. Çünkü bu ayırım epeyce özneldir. Kuralsız intihara ayırdığı bölümde şöyle der: “Elbette bu çeşit intiharla bencil intihar bağlantısız değildir. Her ikisi de toplumun bireyde yeterince var olmamasından ileri gelir.’’ Bir sonraki bölümde de şunu ekler: “Birbirine özel ilgisi bulunan, özel olarak birbirini çeken iki intihar etmeni vardır; bunlar bencillikle kuralsızlıktır. Bunların genellikle aynı toplumsal durumun iki farklı görünümü olduğunu biliyoruz. Şu halde ikisinin aynı bireyde bulunmalarında şaşılacak bir şey yoktur. Hatta bencilin bir düzen bozukluğuna eğilimi olması hemen hemen kaçınılmaz bir şeydir. Çünkü bencil, toplumdan kopmuş olduğu için toplumun ona düzen vermeye yetecek bir etkisi yoktur. Durkheim’ın açıkça dile getirdiği ince ayrımları dikkate almadan iki intihar tipi arasındaki bu benzerlik saptamasıyla yetinmemek gerekir. Toplumun bireyde bulunmaması iki intiharda da aynı biçimde çıkmaz. “Bencil intiharda, toplumu arayıp da bulamadığımız yer ortak etkinliktir. Böylece ortak etkinlik nesne ve anlamdan yoksun kalmaktadır. Kuralsızlık intiharında, toplumun bulunmadığı yer bireysel tutkular alanıdır. Bireysel tutkular onları düzenleyecek bir frenden yoksundur. Öyle ki bu iki çeşit intihar, aralarındaki ilişkiye karşın birbirinden bağımsızdır.
Durkheim ayrımı savunurken şunları söyler: “Nitekim bu iki çeşitte intiharı seçenler ayrı toplumsal çevrelerden çıkarlar. Biri (bencil intihar) aydınlar çevresi, düşünülen dünyadır; öteki (kuralsız intihar) sanayi ya da ticaret dünyasıdır.” Yine de Durkheim’ın verdiği mesleklere göre intihar tablosuna -kitapta bu esasa göre tek tablo vardır- bakılırsa bu ayrımın intihar gerekçeleri üzerinde bir bilgi vermediği görülür. Durkheim, bencil ve kuralsız intiharların ayrımının ötesinde, aslında bütünleme (entegrasyon) ve denetim altına alma (regülasyon) ayrımına da büyük önem veriyordu. Hatta yapıtının tümü içinde bu iki kavram toplum bağının iki belli başlı ilkesini oluşturur. Ona göre ahlakın iki temel ögesi vardır: Disiplin ruhu ve gruplara bağlılık. Bunlardan birincisi denetim altına almaya, yani kuralsız intihara; İkincisi bütünlemeye, yani bencil intihara gönderir. Bazı insanlarda kural duygusu önde gelir. Hiç ikircikli kalmaksızın kurala boyun eğerler, böylelikle usçu yoldan hiç şaşmaksızın görevlerini yerine getirdiklerine inanmışlardır. “Özellikleri, kendi üzerlerinde gösterebildikleri tutma, otomatizmleri baskıya alabilme gücüdür.” Başka insanlarda da tersine, ahlaksal etkinliğin temelini seve seve vazgeçme, kendini verme, başkalarına bağlanma oluşturur. “Bağlanmayı, kendilerini vermeyi severler; bunlar seven yüreklerdir, cömert ve ateşli ruhlardır, fakat buna karşı bu insanların etkinlikleri zor düzenlenir.
İntihar konusuyla uğraşan uzmanların çok tartıştıkları bir sorun da intiharı gizleme, bildirmeme sorunudur. müntehirin yakınlarının, anne ve babasının skandaldan kaçınmak, toplum içindeki onurlarını korumak gibi endişelerle olayı saklamak için her türlü yolu deneyebileceklerini söylerken, bunun zor olduğunu da yadsımaz. Yazar bu gizlemenin temelinde aile ile duyguları olduğunu söyler, fakat aynı zamanda din duygularından da söz eder. Özellikle Katoliklerde intihar etmiş kişinin usulünce gömülmemesi korkusu aile içinde duyulur. Yazar bu nedenlerden ötürü intihar kayıtlarında yanlışlar olabileceğine kesin gözle bakar ve bu yanlışları hiç de azımsamaz. İntihar oranlarının birçok yılı kapsayan gözlemlere rağmen, hep aynı kalması da şaşırtıcıdır. Durkheim da her toplumun tercih ettiği bir intihar çeşidi olduğunu yazmıştır. Fakat araç seçiminin, intiharı belirleyen nedenlerden bağımsız nedenler ortaya koyacağına o denli inanmaktadır ki bunun üzerinde pek durmamıştır. İntiharın gerçekleştirilmesi ve intihar yollarının seçimi sadece olayın dışta ve yüzeyde kalan cephesidir, ama intihar konusunda belki de en nesnel, en somutça kavranacak şeydir.
Yazar bir ülkede yıllar boyu bir intihar biçiminin şaşılacak derecede hep başat olduğuna bakarak iki karara varmıştır. Bunlardan birincisiyle istatistiklerin sistem yanlışları yüzünden sakatlanması olasılığını saf dışı bırakır. İkincisiyle intihara hazırlanan kişinin araç seçimine toplum güçlerinin yön verdiğine inanır. Bu güçler kişinin kendine bağlı değildir; ulusal, geleneksel, koşullardan, farklı bölgelerin âdetlerinden ve uygarlığın farklı aşamalarından ileri gelirler. Avrupa’da intihar oranlarının birbirlerine yaklaşması, gittikçe aynı kent yaşamının yayılmasından ileri geliyor. Bugün biliyoruz ki intihar oranı, kişinin yaşı ve cinsiyeti ne olursa olsun, kırsal yerleşim yerlerinde daha büyük boyutlardaki yerleşim yerlerine oranla daha yüksektir; bu da bir yüzyıl önce Durkheim’ın gözlemlediği durumun tam tersidir.
Durkheim’ın çözümlemesindeki birçok noktayı yeniden gözden geçirmeye eğiliyor. Gerçekten de kendi çözümlemesinde şunu gösterir: Belirleyici olan tek bir etmen değil, aynı anda gelişen ve bir yaşam biçimi dediği şeyin dönüşümüne katkıda bulunan birçok etmenin birlikteliğidir. Yine de bu kavramın kesin bir tanımını elde edebilmek için yapıtının sonunu beklemek gerekiyor: “İnsanların alışılmış uğraşlarının, yerleşme biçimlerinin sonucu olan bir âdetler, inanışlar ve varlık biçimlerinin birlikteliği.” Sonra şöyle tamamlıyor: “Aralarında ne fark olursa olsun, iki tür yaşam ya da iki tür uygarlık birbirine benzer. Sadece birbiriyle ilişkiye, dostça ilişki, kayıtsız ilişki ya da düşmanca ilişkiye yol açacak az ya da çok fırsata sahip olmaları bile birbirine benzemesi için yeter.” Böylece kırsal yaşam biçimi ile kentsel yaşam biçimini karşı karşıya getiriyor ve birinden ötekine geçişte insanlar arası ilişkilerin gerekli, ama yavaş ve zor bir yeniden biçimlenmesini görüyor. Fikrince, kırsal uygarlığın yaşam biçimi, hele XIX. yüzyılın kentleşme ve sanayileşme hareketinden önce, bireyler arası ilişkiler için bir denge ve kararlılık kurardı. Bundan şu sonuca varıyor: “Bir yaşam biçiminden ötekine geçiş ve bundan doğan ilerleme, öncelikle, birtakım edim ve girişimlerin, az ya da çok kalıcı durumların daha geniş bir çeşitliliği, aynı zaman dilimi içinde toplaşır. Sanki toplumsal yaşam ağı sıkılaşmış gibidir, çünkü iplikler daha yakın aralıklarla çaprazlaşmaktadır. Yani insanlar arasındaki temasların çoğaldığı bir toplumda intihar olasılıkları da daha sıktır. Irk denen şey için iki nitelik gerek:
- Benzerlik
- Kalıtsal
Avrupa’da, birkaç büyük tip olduğunu, bunların genel karakterlerinin kabataslak görülebildiğini, bu karakterlerin halklar arasında bölüm bölüm dağılmış olduğu kabul edilebilir ve bunlara ırk denebilir.
İntihar Çeşitleri
1)Bencil İntihar: Avrupa’nın intihar haritasında intiharın en çok görüldüğü yerler ise çoğunluğu Protestan olan Prusya, Saksonya, Danimarka gibi ülkelerdir. Ne var ki Rum Katoliklerdeki bu düşük oran, kuşkusuz dinin etkisinden ötürü olamaz. Uygarlıkları öteki Avrupa uluslarının uygarlığından çok değişik olduğu için, intihar eğiliminin böyle az oluşu kültürdeki farklılıktan ileri gelebilir. Görülüyor ki her yerde, Protestanlar öteki dinlerden olan kişilere göre çok daha fazla intihar ediyorlar. Yahudilere gelince, onlardaki intihar eğilimi Protestanlardan azdır. Genel olarak Katoliklerden bile biraz düşüktür. Ne var ki bu son ilişkinin, yani Yahudi-Katolik oranının tersine döndüğü de görülür. Buna son zamanlarda daha sık rastlanmaktadır. Yüzyılın ortalarına kadar, Bavyera bir yana bırakılırsa, Yahudiler Katoliklerden daha az intihar ediyorlardı. Olguları böylece saptadıktan sonra, onları nasıl açıklayalım? Üyeleri az sayıda olan inanç öbekleri, çevrelerindeki toplulukların düşmanlığına karşı koymak, bu amaçla ayakta kalabilmek için de kendi üzerlerinde daha sıkı bir denetim uygulamak, kendilerini pek güçlü bir baskıya sokmak zorundadırlar. Kendilerine tanınan ve her zaman pamuk ipliğine bağlı olan hoşgörüyü hak edebilmek için daha ahlaklı olmak zorundadırlar. Bu düşüncelerin dışında kalan bazı olaylar da bu özel etmenin pek etkisiz olmadığını anlatır. Prusya’da Katoliklerin azınlık durumu pek belirgindir. Öyle anlaşılıyor ki Protestanlar azınlığa düştüklerinde intihar eğilimleri azalıyor.
İntihara öylesine büyük bir hoşgörü yöneltilir ki zaten çok zayıf olan ayıplanma korkusu, konumları gereği kamunun duygularını dikkate almak zorunda olan azınlıklar üzerinde bile pek etkili olamaz. İntihar kimseyi yaralamayan bir edim olduğundan, intihar eğilimi başkalarına göre daha yüksek olan gruplar suçlanmazlar. İntiharın insanlara verdiği uzaklaşma duygusu, cinayet ve suçun verdiği uzaklaşma duygusu kadar güçlü değildir. Öte yandan dinsel katılık, tahammülsüzlük, çok güçlü olduğunda, çok zaman ters bir etki yaratır. Başkaldırıcıları kamuoyuna daha büyük saygı göstermeye iteceği yerde, dinsel katılık onları dine karşı ilgisiz bir tutuma alıştırır. İnsan onarılamaz bir düşmanlığa hedef olunca, onu yola getirmekten vazgeçer ve en kınanan davranışlara sarılıp direnir. İşte Yahudilere olan da budur ve sıra dışı bağışıklarının başka nedeni olduğu pek düşünülemez.
Neden Yahudilerde ve Katoliklerde azdır? Her ikisin de yasak olmasına rağmen (ki her ikisi de bunun cezasının tanrısal olduğunu söyler.)
- Azınlıkların zorunlu olarak ihtiyatlı olmaları rolü…
- Dinsel sistemlerin doğası…
Katoliklik ile Protestanlık arasındaki tek temel ayrım, özgür sorgulamayı İkincinin ötekine göre daha geniş bir ölçekte kabul etmesidir. Katoliklik düşünmeye büyük yer verir. düşünmeden yapılan hareketlerle yetinmez, insanların vicdanları üzerinde de egemenlik kurmak ister. Şu halde Katolikliğin seslendiği vicdanlardır ve körü körüne itaat ister ama bunu yine usun dilini kullanarak yapar. Katoliklik değişime dair ne varsa ondan nefret eder. Eline Kutsal Kitabı vermiş, ama onun hakkında hiçbir yorum istememişlerdir.
Protestanlıktaki intihar eğilimi o inanç yolundaki özgür sorgulama ruhuyla ilişkilidir. Artık insanların o özgürlüğe gereksinme duymalarından ötürü olmuştur. O gereksinmeninse tek nedeni ise, geleneksel inanışların sarsılmasıdır. Geleneksel inanışlar kendilerini dayatmayı aynı güçle sürdürselerdi, eleştirmek kimsenin aklına bile gelmezdi. Protestanlığın bireysel düşünceye Katoliklikten fazla yer vermesi, onda daha az ortak inanış ve uygulama olmasındandır. Oysa ortak bir amentüsü bulunmayan bir din toplumu var olamaz.
Yahudilerin durumu ise: Hristiyanlığın pek uzun bir zaman Yahudileri yergiyle kovalamış olması onlarda çok güçlü dayanışma duyguları yaratmıştır. bu insanlar birbirleriyle pek yakın, pek sıkışık yaşamak zorunda kalmışlardır. Bunun sonucunda da her topluluk küçük, içine zor girilir, tutarlı, kendisinin ve birliğinin keskin bilincinde bir toplum olmuştur. Topluluğun içinde herkes aynı biçimde düşünüyor, aynı biçimde yaşıyordu.
Birey ya da grubun sosyal bağlar üzerinden toplumla bütünleşememesinden kaynaklanan intihar tipidir. Aşırı bireyciliğin intihar nedeni olarak karşımıza çıktığı intihar tipidir. Birey sosyal uyum konusunda toplumla kaynaşmak ve bir parçası olmak hususunda sorunlar yaşamaktadır. Daha kuşatıcı ve kontrolcü sosyal gruplarda bu tip intihar oranlarının düştüğünü iddia eder. Örneğin Katolik din grupları üyelerinin kiliseyle bütünleşmesini sağlayan güçlü ve birleştirici bir ‘kolektif bilinc’e sahipken, Protestan grupların üyelerinde daha güçlü bir bireycilik anlayışı söz konusudur. Durkheim’e göre bu sebeple Protestan bireylerde Katolik bireylere oranla intihar oranı daha yüksektir.
2) Özgeci İntihar: Bencil intiharın tersi diyebileceğimiz şekilde bireyin grupla bağının çok güçlü olması ve grupla tam manasıyla bütünleşmesiyle ortaya çıkar. Bu intihar tipinde altruist (kendinden önce başkalarını düşünen insan modeli) bir şekilde birey grubun çıkarını kendi çıkarının üstünde görmektedir. Topluluğun yararına olduğuna inanılarak intihar edilir. Bireyin gruba güçlü bir bağımlılık ilişkisi söz konusudur ve birey grup tarafından kontrol altında tutulur. Bu tip intiharlar en fazla askeri grubun üyeleri arasında görülmektedir.
3) Anomik (Kuralsız) İntihar: Anomi (kuralsızlık) olarak tanımlanabilecek politik, ekonomik, kurumsal krizlerle, toplumu bütünüyle olumsuz etkileyen durumlarda ortaya çıkan intihar tipidir. Bu tip kriz durumlarında bireyin beklentileri ve ihtiyaçları konusunda bir uyumsuzluk ortaya çıkar. Durkheim araştırmalarında refah dönemlerinde intihar oranının düşük, yoksulluk ve kriz dönemlerinde de intihar oranının yükseldiğini tespit etmiştir. 1873-74’te Viyana’da mali kriz döneminde yükselen intihar oranlarını buna örnek gösterir.
4) Fatalist (Yazgısal) İntihar: Bu intihar tipinde normatif bir yapı tarafından bireyin hayatı belirlenmiştir ve birey gelecekte bu durumdan kurtulabilme konusunda ümidini tamamen yitirmiştir. Birey intiharı yegâne kurtuluş olarak görmektir. Bu tür toplumlarda kurallar vardır ama adil değildirler. Bu duruma verilecek örnek köle intiharlarıdır.
Durkheim ‘patolojik’ bir hal aldığında bunun önlenebilmesi için sosyal bağların güçlendirilmesini ve birey ile toplum arasındaki uyumun güçlendirilmesini önerir. Birey ile toplum arasındaki bu dayanışmada aracı rolünü siyasete, dine ve aileye yükler. Bu kurumları birey ve toplum arasındaki sosyal entegrasyonu sağlayacak merciler olarak tanımlar. Böylece toplumun dayanışması ve bir arada olması sağlanacaktır.
Özet: Zeliha Bengisu AYATA
Editör: Yusuf YARALIOĞLU
Düzenleyen Editör Yardımcısı: Elif KALKAN