EVRİMCİ DİN SOSYOLOGLARI
Batı’da yapılan ilk din sosyolojisi araştırmalarında, dinin belirli bir gelişim çizgisine dayalı evrimci ve pozitivist açıklamalarla ele alındığı ve bu araştırmaların antropolojik bir karaktere sahip olduğu görülmektedir. Din sosyolojisi literatüründe evrimci din kuramı olarak bilinen bu yaklaşımlar, A. Comte’un Üç Hal Kanunu’na (La loi de Trois etats) dayanmakta ve dinin kaynağını ya da kökenini, totem/toplum (E. Durkheim), büyü/bir takım sihri güçler (J. Frazer), ruh/rüya (E. Tylor) ve doğa güçlerinde (M. Müler) aramaktadır. İnsanın tabiatında var olan din duygusunu ve kutsalı, basit toplumsal olaylara bağlayan ve böylece Avrupa’nın yaşadığı dinsel tecrübeyi bütün insanlığa genellemeye çalışan bu teoriler, antropolojik ve etnolojik konular üzerinde yoğunlaşan bilim adamları tarafından geliştirilmiş ve savunulmuştur. (Akyüz-Çapcıoğlu, 2012: 73)
Evrimci din teorileri, insanların kendileri dışındaki bir gerçeği kavrayamadıkları için, insani varoluşun belirli esrarengiz yönleri sayesinde, inandıkları dinler içinde bir takım ruhlar, tarılar ve doğaüstü güçler hayal etmeye başladıkları varsayımından hareket ederler. Ayrıca bu teorilere göre, insanların düşünceleri olgunlaşmamış, pratik testlerle kontrol edilmemiş ve belki de güçlü heyecanların etkisi altında kalarak yanlış işlemiştir.
- yüzyılın sonları ve 21. yüzyılın başlarından itibaren, başta W. Schmidt (1868- 1954) ve onun Avusturyalı meslektaşları olmak üzere İtalyan sosyoloğu V. Pareta’dan işlevselci din anlayışına dayalı olarak bir kültürdeki her kurumun belirli bir fonksiyona, bir göreve sahip olduğunu savunan antropolog B. Malinowski’ye kadar çok sayıda düşünür evrimci din teorilerine eleştiriler yöneltmiştir. (Akyüz-Çapcıoğlu, 2012: 81)
Aguste Comte, değişmede evrimci görüşün temelini atmıştır. Ona göre, toplum yaşayan bir organizmadır ve organizmaların değişmesi gibi toplum da değişmektedir. Sosyolojide, sosyal statik ve sosyal dinamik ayrımı yapan Comte, bu sınıflandırmasını biyolojiden almış, sosyal statiğin, toplumun varolan koşullarını kapsadığını, sosyal dinamiğin ise toplumun değişen koşullarını incelediğini belirtmiştir. Sosyal statiğin temelinde düzen varken, sosyal dinamikte esas olan unsur ilerlemedir. Sosyal dinamik, toplumun evrimi ve gelişimi ile aynı anlama gelen bir sosyal ilerlemeyi kapsamaktadır. (Burcu, 1998: 177)
Bir İngiliz sosyolog olan Herbert Spencer (1830-1903) ise, Darwinci evrimsel perspektiften oldukça fazla etkilenmiş ve biyolojik evrim süreçlerini topluma uygulamak istemiştir. Comte gibi toplumu yaşayan bir organizma olarak düşünen Spencer’a göre toplumlar ile yaşayan organizmalar yani sosyal organizmalar ile bireysel organizmalar arasında benzerlikler vardır. Buna göre, bireysel organizmaların büyümesi ve gelişmesi gibi sosyal organizmalar da büyür ve gelişir. Klasik organizmacılar arasında önemli bir yere sahip olan Emile Durkheim’da (1858- 1917) toplumu organik bir bütün olarak görmüştür. Toplumsal sınıflamasını ‘mekanik dayanışmalı toplumlar’ ve ‘organik dayanışmalı toplumlar’ olarak yapan Durkheim’da toplumların homojenlikten heterojenliğe doğru geliştiği düşüncesi önemli rol oynamıştır. Zira, mekanik dayanışmalı toplumlar, az gelişmiş, toplumsal vicdanın hakim olduğu, organik dayanışmalı toplumlar ise, iş bölümünün hakim olduğu daha karmaşık toplumlardır. Sosyal evrim, ilkel toplumlardaki mekaniksel dayanışmadan endüstriyel toplumlardaki organik dayanışmaya doğru bir hareketlilik şeklindedir. Durkheim, ilkel toplumlarda, hakim olan kollektif vicdanın bu evrim sürecinde zamanla yerini organik dayanışmaya bıraktığım ifade etmiştir. (Burcu, 1998: 178)
Spencer’ın ve dolayısıyla Darwin’in görüşlerinden etkilenen antropolog ve sosyolog Bronislaw Malinowski (1881-1955), kültürün öncelikle biyolojik gereksinimlerini karşılama amacına yönelik olarak ortaya çıktığını kabul etmiştir. Malinowski, cinsiyet ve açlık gibi biyolojik olarak belirlenmiş doğuştan gelen gereksinimler üzerinde durmuştur. Malinowski’ye göre karşılanmaları zorunlu olan bu dürtüler için önlemler alınmalıdır. İnsanın beslenme, üreme ve sağlığını koruma gereksinimlerinden doğan sorunlar çözümlenmelidir. (Burcu, 1998: 178)
- Frazer Darwin’den etkilenmiştir. Toplumları ele alırken Frazer evrimci bir bakış açısı ile ele almıştır. İlkel toplumların çağdaş yaşam düzeyine geçmesi için verdikleri uğraşıları metodları ve yaklaşımları en ince ayrıntısına kadar ele almıştır. Toplumsal değişim aşamalarını incelemiştir. En önemlisi de Frazer ilkelden çağdaşa, sürekli ilerleme ve aydınlanmaya, hurafe düşünce sisteminden çağdaş bilimin ışığına, basit düşünce perdesinden karmaşıklığa, insan soyunun çocukluktan yetişkinliğe kadar uzayan bir yolun birleştiği odak noktası olduğunu düşünmüştür. Zihni evreler, büyüden dine, büyü ve bilimsel düşünce yönteminin değerlendirilmesi konularında ve buna benzer birçok konunun üzerinde durmuştur. (Burcu, 1998: 178)
Darwin’in teorisinin ortaya çıkmasından yaklaşık dört asır önce yaşayan, evrim düşüncesini topluma uygulamaya çalışan ve sosyolojide klasik çatışmacı yaklaşım içinde kabul edilen ünlü sosyologlardan biri de İbn-i Haldun’dur (1332-1406). İbn-i Haldun, toplumların değiştiklerini belirtmiş, insanların ve grupların özellikle göç yoluyla kurdukları etkileşimlerle evrimleştiğini ifade etmiştir. Toplumlar, göçebe halden doğal kanunların üstesinden geldikçe uzaklaşmakta ve yerleşik düzene geçmektedir. Toplumların bu evrimi bir mücadele, bir yaşam savaşı sürecini içermektedir. (Burcu, 1998: 179)
KAYNAKÇA
Akyüz N.- Çapcıoğlu İ. (2013), Din Sosyolojisi El Kitabı, 2. Baskı. Grafiker Yay. Ankara.
Burcu E. (1998), Evrimci Teorinin Sosyolojik Düşünce Üzerindeki Etkileri ve Sosyobiyoloji, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 15 i Sayı: 2 i ss. 175-186.
Artvin Çoruh Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi
Öğr. Gör. Bekir Şahin