Din Sosyolojisi

Din Sosyolojisi Makalesinin Sosyolojik Perspektifi

PAYLAŞ

Din kurumu çeşitli sosyolojik teorilerle değerlendirilebilir çünkü bu kurum her toplumun parçası olma durumundadır. Toplumla beraber bir tür din bulmak mümkündür. Bu teoriler arasında işlevselcilik, çatışma ve etkileşim teorileri, her birinin din kurumu üzerine sahip olduğu etkiyi değerlendirmek için kullanılacaktır. Sosyolog, dinin bireyler ve kurum üzerindeki sosyal etkisiyle ilgilenme eğilimindedir. (Schaefer, 2009, p.323) (Bu teoriler) din kurumlarının gerçekliğini doğrulamaya çalışmamakta, sadece dinler gibi kurumların toplumdaki bireyleri nasıl etkilediğini araştırmaktadırlar.

İşlevselci Perspektif

İnsanlığın varlığından beri din, toplum kurumunun bir parçası olmuştur. Diğer kurumların merkezi parçası olmuş ve diğer kurumlar tarafından alınan kararların üzerinde etkisini hissettirmiştir. Din etkisinin toplum ölçeğince genişlediği aşikardır.

Bununla birlikte dinin ne olduğu sorulabilir? Emile Durkheim dini “kutsal şeylerle alakalı ianaçlar ve pratiklerin birleşmiş sistemi” olarak tanımlamaktadır. (Schaefer, 2009, p. 323) Sosyolog teorisyenler ayrıca dinin topluma sağladığı hizmet noktasında da farklılaşan görüşlere sahiptirler. Bazıları işlevselcilik perspektifinden bazıları, çatışma perspektifinden konuyu ele alırken bazıları da etkileşim perspektifinden konuya yaklaşmaktadır. İşlevselci perspektif toplumun istikrar sağlamak için örgütlendiği süreci vurgulayan sosyolojik bir yaklaşımdır.

Dine bakıldığında, dinin toplumların istikrarına nasıl bir katkı sağladığı meselesi keşfetmeye girişilebilecek bir konudur. Durkheim da insan toplumlarında dinin önemini tanımıştır. (Schaefer, 2009, p.323) O, dinin toplumda istikrar sağladığına ve toplumda önemli bir güç olduğuna inanmıştır. Durkheim, karmaşık bir soru olan “insan toplulukarı, genel olarak çeşitli ilgi ve özlemlere sahip olan bireyler ve sosyal gruplardan meydana geldiğinde nasıl bir arada tutulabilirler? şeklindeki soruya cevap aramıştır. (Schaefer, 2009, p. 327) Durkheim, bunun “sosyal tutkal” diye tabir edilen yapıyla mümkün olduğuna inanmaktadır. Yani din; toplumu, insanların yaşamlarındaki amaç ve anlamı bir arada tutma hususunda bir kaynak görevi görmektedir. (Schaefer, 2009, p. 327)

İşlevselci bakış açısında, din kurumu insanlığa ahlaki bir pusula, aidiyet hissedeceği bir yer verir ve sosyal normları kuvvetlendirir. İbadet (tapınma) yerleri, ibadet bölgesi olmaktan çok daha fazlası haline gelir ve sosyalleşme ve kardeşlik mekanları halini alır. Dahası, din farklı gruplara başkaları ile kesin bir bağ hissi verir, farklı inançlara sahip olabilirler ama yine de kendilerini benzer bir inanç sistemine sahip diğerlerine bağlı bulabilirler. Eğitim ve aile kurumları gibi kurumlar, ahlakı sosyal bir norm olarak aktarmada temellerdir ancak din bunların hepsini daha yüksek standartlara taşıyabilecek ölçüde bir kurum olabilme özelliğine sahiptir.

Din, erken dönem bir çocuk yaşamında, ahlakı uygulama yöntemiyle bazı yaşam mücadeleleri ve değişimlerinde destek görevi görür. Değişimler ezici olabilir ancak güçlü bir dini kültürle kişi, hayatın tüm sert zamanlarında (bu sert zamanları atlatmasına yardım edecek) değer ve yönlendirme silahlarına sahip olacaktır.

Çatışma Teorisi (Çatışmacı Perspektif)

Dine dair konuşma ve değerlendirme sürecinde genelde pozitif yönlerden bahsediliyor olabilir ancak bu din kurumlarında negatif yönlerin bulunmadığı anlamına gelmemektedir. Dinler başlangıcından beri dünya üzerindeki pek çok çatışmanın arka planında olmuşlardır. Bugün bile toplum içi çatışmaların büyük bir bölümü din nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde din, sosyal muhafazakarlar tarafından bir silah olarak kullanılmaktadır. Kürtaj, eşcinsel evlilik ve kök hücre araştırmaları gibi sosyal gündemlerini ilerletmek için dini kullanmaktadırlar. Din, İslam ve Hıristiyanlık adını namzet iki din arasında da çatışmanın merkezinde yer almıştır. Ancak diğer ülkelerde de dinin işlemeyişi vatandaşı vatandaşa düşman kılabilmektedir. Mesela Irak’ta Sünniler ve Şiiler din sebebiyle sürekli çatışagelmişlerdir. Avrupa’da Protestanlar ve Katolikler farklı ideolojileri uğruna yıllarca savaşmışlardır.

Çatışma teorisyenleri, dinin yapısal bir sosyal değişim için potansiyel bir engel olduğunu ama özgürlük teolojisi vasıtasıyla kültürel değişim için bir temel teşkil edebileceğini dile getirmişlerdir. (Schaefer, 2009, p.330) Dinin işlemeyişi, işlevselciler ve çatışmacılar için ortak zemindir. (Burada çatışma teorisyenlerinin dine yüklediği anlam ile işlevselcilerdeki dinin işlemeyişi mevzularının hemen hemen aynı anlama çıktığını kastediyor olmalıdır) Dinin işlemeyişi, pek çok teoriyi çatışma teorisinin kendisiyle birlikte kanıtlamaktadır. Çatışma teorisyeni, dinin farklı gruplar ve toplumlar arasında gerilim sağladığını söyleyecektir.

Çatışma perspektifi basitçe “sosyal davranışın en iyi, güç üzerindeki gruplar arasındaki gerilim terimleriyle veya barınma, para, hizmetlere erişim ve siyasi temsil dahil olmak üzere kaynakların tahsisi ile anlaşıldığını varsayan sosyolojik bir yaklaşım olarak açıklanabilir. (Schaefer, 2009, p. 14-15) Çatışma teorisyenleri, dinin sosyal eşitsizliklerle olan ilişkisini, özellikle de dinin bir toplumun tabakalaşma sistemini nasıl güçlendirdiğini inceleme konusu etmektedirler.

Karl Marx, “din mazlumun iç çekişi, kalpsiz dünyanın kalbi ve halkın afyonudur” demiştir. Sosyal dayanışmayı artırmanın aksine Marx, dinin çalışan işçi sınıfı kontrol etmek ve dünyadaki paylarına onları razı etmek için kullanıldığına inanmıştır. Din, pozitif bir güç olmaktan çok, insanlara bir sonraki yaşamda işlerin daha iyi olacağına dair aldatıcı bir umut verir ve bu konuda siyasi bir cevap aramalarını (siyasi bir harekete kalkışmalarını) engeller. (Marx, K. & Engels, F. 1843)

Yine denmiştir ki: Din, sınıflara ve sınıfların eğilimlerine hükmetme gücünü meşrulaştırmış, takviye etmiş ve devam ettirmiştir. (Marx, K. & Engels, F., 1843). Çatışma teorisyenleri dinin, aşağı sınıftakileri karşılıksız ya da statüleri dikkate alınmaksızın çalışmaya teşvik eden bir araç olarak kullanıldığına kanaat getirmişlerdir.

Bu teoriye göre din, kitlelere hiç olmadığı halde umut vaat etmiş, böylece onları mevcut şartlarından memnun tutmuştur. Sonuç olarak din zenginlik ve dominant sınıfların kitleleri sindirmesi için araç olarak kullanılmıştır. Bunun bir örneği İncil’in bir ayetinin yorumu aracılığıyla görülebilmektedir: “Yine şunu söyleyeyim ki, devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Tanrı Egemenliği’ne girmesinden daha kolaydır.” Bu tek ayet, zengin bir kişinin Mesih’i takip etmek için servetinden vazgeçmesinin zorluğunu tasvir etmek için tasarlanmışken, aynı zamanda fakirlere de “farkirler yahut ezilmişler için cennete girmek kolaydır çünkü onların vazgeçeceği daha az şey vardır” düsturuyla yerleşik bir gerçek sağlar.

Buna ek olarak, çatışma teorisyenleri toplumun baskın yapısıyla alakalı kendi fikirlerini desteklemek için daha fazla kanıt bulmuşlardır. Örneğin, bazı hükümdarlar kendilerini tanrılar olarak nitelendirirken sonraki zamanlarda krallar ve kraliçelerin Tanrı tarafından seçildiklerine veya yönetildiklerine inanılmıştır. Bu, yalnızca yöneticinin bir şekilde daha yüksek bir varlık tarafından yetkilendirildiği fikrine dayanan bir yöneticinin, çok sayıda insana kendi yönetimini nasıl empoze edebileceğini göstererek, çatışma teorisinin arkasındaki ideolojiye yön vermektedir. Böylece toplumun alt sınıfları, hükmeden sınıfı desteklemek için gözünü kırpmaksızın çalışabilecek ancak kişisel statüleri hemen hemen hiç dikkate alınmayacaktır. Bu nedenle dinin kendisi, insanları kontrol ederek ve organize ve ezici bir ritüel ve inanç rejimi yoluyla değişimi engelleyerek sosyal değişimi ve hareketi (kökünden) bastırabilir.

 

 

Etkileşimci Perspektif

Tartışılması gereken son sosyolojik teori, “Etkileşimci Perspektif”’tir, bu teori veya perspektif, toplumu bir bütün olarak açıklamak amacıyla günlük sosyal etkileşim biçimleri hakkındaki genellemeleri not etmektedir. İlk olarak toplumun mikro-sosyolojisi üzerine odaklanmıştır. Bir anlamda, etkileşimci, toplumun küçük şeylerine, örneğin toplumdaki insanların din gibi belirli kurumlarla ilgili olarak birbirleriyle nasıl etkileşime girdiğine bakar. Bu teori içerisinde “dinin birçok insan için bir referans grubu olarak görülmekte olduğu ve yine dinin bu pek çok insanın kendilerini tanımlamalarına yardımcı olacak bir referans grubu olarak hizmet ettiği ifade edilmiştir. Dini semboller büyük insan toplulukları için bir anlam taşır. (Hilal ve yıldızın Müslümanlar için, haçın Hıristiyanlar için taşıdığı anlam gibi) Bu nokta etkileşimci ve işlevselci teorinin ortak noktasının bulunduğu noktadır, her iki perspektif de dini pozitif bir toplum içinde dengeleyici bir faktör sağlayan güç olarak görmektedirler. Ayrıca her ikisi de dinin, bireyin hayatını zenginleştirebileceğini ve hayattaki bazı zorluklarla başa çıkma becerisini artırabileceğini kabul ederler. Her ne olursa olsun, dinin toplumdaki insanları bir araya getirdiği her iki bakış açısının araştırılmasıyla da açığa çıkan sonuçtur, bu nedenle din toplumla veya kültürle uyumlu ve destekleyici bir yapı eklemiş olmaktadır.

Din 9

Üç sosyolojik bakış açısı, din kurumu hakkında farklı görüşlere sahipken, hepsi de dini, toplum içinde sosyal değişimi ve hareketi motive edebilen ve kolaylaştıran bir güç olarak görmektedir. Buna örnek olarak 1960’ların medeni haklar hareketi gösterilebilir. ABD sivil haklar hareketi, hedeflerine ulaşmak için dini kaynaklardan yararlanan bir sosyal hareketin belki de en iyi örneğidir. Hem dini liderler hem de laiklik, sivil haklar hareketinde aktif görünmüştür. Cemaatler, büyük ölçekli siyasi eylem için gerekli maddi kaynakları sağlamış, çerçevenin yayılması için kanal görevi görmüş ve mikro seferberlik sürecinin gerçekleşmesi için ideal bir ortam oluşturmuştur. (Loveland, M. T., Walls, E. N., Myers, D. J. and Sikkink, D., 2003) Dinin toplumsal hareketler üzerindeki etkisinin bir başka örneği, kürtaj üzerine yapılan tartışmalarda bulunabilir. Kürtaj meselesinin Amerika Birleşik Devletleri’ndeki din kurumu ile güçlü bağları vardır. Neredeyse Amerika’da bulunan her dini gruplaşmanın kürtajın ahlakiliğine dair sahip olduğu güçlü inançlar vardır.

Bir diğer önemli sosyolog Max Weber, dini sosyal değişimin birincil kaynağı olarak görmüştür. Nitekim o, Protestanlığın, kendisinin kapitalizmin ruhu dediği şeyi harekete geçiren Protestan etiğini nasıl ortaya çıkardığını analiz etmiştir. Sonuç, toplumu değiştiren kapitalizm olmuştur. (Henslin J. ch 13)

Kapanış bahsinde, dinle ilgili düşüncelerdeki üç sosyolojik perspektifin farkı aşikardır denebilir. Din kurumu, içinde yaşadığı toplum üzerinde o toplumun istikrarına ziyade olacak hem olumlu hem de olumsuz özellikler ekleyerek derin bir etkiye sahip olmaktadır. Dini bir köşe taşı olarak kullanan bir topluma bakıldığında, eninde sonunda söz konusu dinin o topluma yerleşik bir anlam kazandırdığı görülecektir. Ayrıca din, o kültürdeki sosyal normların ve beklentilerin oluşturulması ve sürdürülmesine yardımcı olacaktır.

Orjinal metin için; https://www.ukessays.com/essays/sociology/sociological-perspective-of-religion-sociology-essay.php tıklayınız.

Arş.Gör. Mahmut Esat Özcan

Karabük Üniversitesi İlahiyat Fakültesi FDB /Din Bilimleri Ana bilim dalı